- mithaaad geldin mi?
- geldim anne.
- iyi.
.
2- şiir: beklemekten başka yapacak daha iyi bir işim yoktu. annem mutfakta bayramlık misafir hazırlıklarını yaparken ben instagramda serseri gibi dolanıyordum. bir gönderide didem madak’ı gördüm. altındaki şiiri okudum. ah’lar ağacıydı. beni bir kez daha can evimden vurdu. böyle bir hüzün. böyle bir keder. bayram günü hem. didem hanım. ahh didem hanım!
.
3- kilogram : vücut ağırlığımla çok bir derdim yok. almışım vermişim bir hesabım da yok. zaten matematiğim ezelden ikmale meyilli. lakin ihtiyacım da yokken kişisel tarihimin en fazla kilosunu kaybetmişim şu son 1.5 ayda. 6 kilo. bunu buraya niye yazdım. satırlar dolsun diye değil sanırım. unutmamak için. geçip gidecek olan dünya sıkıntılarını gereksiz abartıp üzülmeye değmeyeceğini kendime hatırlatmak için belki.
.
4- azlık : Allah affetsin ama ne kadar az insan o kadar iyi benim için. hatta siz amerikalılar how do you say? amazing! evet amazing.
şimdi işte tatil günü sabahında sanki belediye otobüsünün sırtında değil de doru bir atın üstünde püfür püfür sevdiğim kadına gider gibi beni bahtiyar eden şehrime, kadıköy’e iniyorum. şoför harici dört kişiyiz. herkes kendi küçük dünyasında. düşünceler atlasını açmış sessizce okuyor. bir ben yazıyorum.. bir ben uçuyorum!
.
5- çarpışma: (changing lanes-2002) en sevdiğim filmlerdendir. az evvel inmek için kapıya yaklaşırken hoş kokulu bir kadın iskele tarafımdan sağlam çarptı bana. akabinde çok pardon diyerek mahcup bir edayla özür diledi. kızılderili şefi gibi sağ elimi kaldırıp sorun değil dedim. o kokusunu alıp hızlıca uzaklaştı…
.
6- petek: kadıköy’e gelip çarşıya girmeden petek fırında çay içmeden olmazdı. güneş tam gelmemişti daha dükkana. şimdilik sadece sağ bacağım ve omzumun küçük bir bölümünü güneşle yüzleştirmiştim. çarşı esnafı, sabah mahmurluğunu üstünden atamamış gibi her zamankinin aksine bağırtısız, çığlıksız sessizce ürünlerini tezgaha yerleştiriyordu. çarşı içinde dolaşanlar benim gibi uykusuz tiplerdi. ve çoğu turistti. ama çay yine güzeldi. bir ara diyorum; hayat için de aynı şeyleri söylemek istiyorum.
.
7-karmasyon: “yapılan iyilikler asla söylenmez yavrum” derdi rahmetli babaannem. ben de söylemeyeceğim. lakin şunu yazmadan da edemeyeceğim. bugün kadıköy’ün göbeğinde 88 yaşındaki çok tatlı bir teyzemden kilometrelerce hayır duası aldım. bir durak insanın içinde biraz mahcup oldum. ama iki gündür göğüs kafesime oturan öküz de kalktı gitti. beşiktaş'ım doksan artı dörtte gol atmış gibi sevindim. çok sevindim.
.
8-teyit : gün bir kez daha gösterdi ki, yeryüzünde beni oyalayıp dünya telaşından uzaklaştıran tek hobi, eğlence, meşgale fotoğraf çekmek. iddiasız, mesaj kaygısız gözümden kalbime dokunan ya da tam tersi kalbimden gözlerime inşirah eden kareleri sabitlemenin dayanılmaz hafifliğini bir kez daha yaşadım.
.
9- fransız: dün akşam bir fransız filmi izledim. anladım ki yaşlanıyorum doktor. böyle duygulu şeyler artık beni bozuyor. kırıyor. örseliyor. ama ve yine de iyi ki izledim dedim. kristin thomas scott diyorlar bir kadın. on oskarlık oynamış. kardeşi lea rolündeki aktris ondan aşağı kalmamış. hakeza, zeka küpü küçük fırlama kız güldürüyor. tonton, sessiz dedenin kitaplarla olan aşkı kıskandırıyor falan. son tahlilde; ağır ilerleyen ama merak duygusunu elden ayaktan bir an olsun düşürmeyen finaliyle sarsan, boğazda düğümler bırakan bir fransız şeysi. ll y a longtems que je t’aime (2008)
.
10-kısa: oysa ne kadar kaçınsak da çok düşünmek istemese de hayat çok kısa sevgilim! malum dünya fani. ölüm ani. ama buna rağmen kırgınlıklar da gani gani.
hem ne diyordu o meşhum şarkı?
....
hem ne diyordu o meşhum şarkı?
....
ömür dediğimiz şey küsecek kadar çok mu...
ben de diyorum ki; bu bayram barışır mıyız?
.
.
.