geçmiş gün. twitter'da gördüm. küçükkaya ismail tag açmış, diyalogla çözülür diye. oradan hareketle ben de; tepemde muhteşem ısı ve ışığı ile çağlayan ama arada karabatak gibi gri bulutların arasına dalan güneş efendiye ne rica, ne de arz ediyorum. adeta yalvarıyorum. allah’ını seversen girme şu bulutlara, açığa çık. ısından, ışığından ve elbet d vitamininden faydalanalım. etin de sütün de senin olsun. lakin arnavut inadı var bay güneş’in. ben yalvardıkça o boğazdaki yunuslar gibi bir dalıp bir çıktı bulutların arasına. diyalog girişimim çözümsüz kaldı. zor kullanacak ne halim ne gücüm vardı. ben afganistan'sam, o birleşik devletler’di. istediğini yapabilirdi. bahane bulmasına da gerek yoktu. yine de diyalogtan vazgeçmedim. gökyüzünde yalnız gezen kuşlardan rica ettim. güneş, kendini ormanlar kralı aslan, dünyanın amerikası, galactica’nın kurucusu imparator palpatine sanıyor. söz dinlemiyor. bulutlara rica etseniz, az sağa çekilseler, gölge etmeseler başka ihsan istemem dedim. kuşlar, narin varlıklar. halden anlıyorlar. hay hay deyip yukarıya doğru ivmelendiler. beş dakika ya geçti, ya geçmedi. gri bulutlar adalar’dan tarafa çekildiler. kuşlar güneye uçtular. insanlar markete gidiyoruz diye gezmeye çıktılar. 'zalım' güneş ise sabahtan beri esirgediği tüm sıcaklığını, en ateşli askerleriyle yüzüme yüzüme vurdu. pişman mıydım? bilakis, mutluydum.
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...
eternal sunshine of the spotless mind (2004)
-
mevsim kış. önümüz yılbaşı. onun ardı sevgililer günü malum. netflix mi çok
inceci, yoksa ben mi çok komplo teoriciyim? bilemedim. elimi dokunduğum
yerde y...