bildiğim; anneme her geldiğimde siyah beyaz fotoğraflarımıza daha çok bakıyorum.
çocukluğumdan bu yana pek sohbet etmediğim annemle, her gelişimde daha çok sohbet eder buluyorum kendimi. keza annemin her cümlesi, her kelimesi beni çocukluğumun ve ilk gençliğimin bir başka anısına yuvarlıyor her seferinde. biraz kafam gözüm yarılıyor ama değiyor. yirmi beş yıl içinde yaşarken fark etmediğim evimizin küçük detaylarının farkına varıyorum. bu kimi zaman duvardaki bir çatlak olurken kimi zaman da kapının buzlu camındaki desenler oluyor. bazen de güneşin odaya geliş açısı oluyor. bu vakitler, annemin bahçeye ektiği bitkilerin tomurcuklanıp çiçek açması gibi açılıyor tüm algılarım, duyularım. ister istemez o günden bugüne gelinen yoldaki kırılma anlarım, yol ayrımlarım, tereddütlerim, ön yargılarım, heyecan ve coşkularım, korkularım, kararsızlıklarım, ayak diretmelerim, duygusallıklarım, gaddarlıklarım, cahilliklerim, ukalalıklarım ve daha bir sürü şeyim bir hesap cetveli olarak geliyor önüme. o zamanki aklım ve şimdiki aklım. şarkının dediği gibi; ‘konuşsam faydasız ya, ama susamıyorum.’
.
sona doğru yaklaştıkça diyorum kaçırdığı mutluluklara da üzülüyor insan. elinde olmayan kadere sonra. dünya çünkü fani. hayat kısa. kelimeler uzun. bir de şartlar denen o vahim şey.
ne olurdu sanki zaman ikimiz için ayrı ayrı kırılacağı yerde tek bir noktada kırılsaydı da paralel evrenlere sıkışıp kalmasaydık. benim mars’lı tecrübelerim. senin venüs’lü sezgilerin. dünya bizim etrafımızı değil de biz dünyayı dolaşsaydık. homeros’un ilyada’sına karşılık, iki kişilik deliliğimiz. eşgalsiz mutluluklarımız.
bu bayram diyorum barışır mıyız?
.
.