43.mektup - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

43.mektup




bugün, yüksek yerlere çıkıp tehlikeli şiirler okuyasım var leyla. bir de ve sadece nazan öncel dinleyesim. ama önce sana söyleyeceklerim var.
en son temmuzda yazmışım. ondan sonra hiç pulsuz mektup atmamışım. elbette ki seni unuttuğumdan, seni sevmediğimden değil. 
bilirsin!
hani bazı anları, bazı tutuk zamanları olur insanın. neye el atsa olmaz. olduramaz. ne boş dolar, ne dolu alır. tıpkı bir leman sam şarkısı gibi; yolu bulup izi kaybedersin. ben olup bizi yitirirsin. esastaki gizi kaybedersin. sonunda işte; ben de kendimi kaybettim.
.
yokluğunda zamanı eşit olmayan, gelişigüzel parçalara bölmeyi denedim. ama ne yaparsam yapayım sonunda hep eşit çıktı bütün parçalar. özlemlerimi biriktirip bir kuşun kanadında gökyüzüne saldım. misliyle geri döndüler. nazar değmesin diye hayallerimi sakladım herkesten.
senden bile. 
ertesi gün ulusal basında manşete çıkardılar;
şehirli insanın, küçük sahil kasabası hayali diye. halbuki hangi yöne gidersem gideyim mutlaka denize çıkacağım, postacı mario (il postino -1994) gibi bir uçtan ötekine. bisikletle gidebileceğim, küçük de olsa bir adada yaşamayı çok gördüler. 
çok istedim. o da olmadı.
hani derler ya ne yapsam olmuyor. 
öyle oldu. 
ne yapsam olmadı.
film izlemeyi, kitap okumayı unuttum.
bildiğimi okumaya başladım.
geçmiş gün.
adının yazılı olduğu kitabı işten alıp eve götürdüm. kitaplığın baş köşesine koydum. 
ve oturup uzun bir mektup yazdım. yine. yollamadım. öpüp gönderilmeyenler arasında birinci sıraya koydum. 
sonra kitaplarımı yazarlarına göre, en sevdiklerimden başlayarak yeniden dizdim. haydar ergülen’de durdum.  
bir şehri kıskanıyorum, benim böyle neyim var?
ufacıktan bir şehri nasıl adam ettinse,
sevdinse adam gibi
beni de o şehir gibi sev!*” 
dedim.
duymadın.
devam ettim. kitabı üç kere koklayıp yavaşça oğuz atay ile cahit zarifoğlu’nun arasına bıraktım.
kitaplarla oyalanmayı bıraktım.
geceki rüyayımı kurcalamaya başladım.
sahi, rüyaların bir anlamı var mı gerçekten?
çünkü dün gece ilk kez bu kadar net gördüm seni. 
...
bir merdivene oturmuşuz. ellerimiz sıkı sıkı kenetli. senin sağ, benim sol elim. oysa sevdiklerimi hep sağımda tutmuştum bu rüyaya kadar. sence bunun da bir anlamı var mıdır? bilemiyorum leyla. bilemiyorum.
merdiven diyordum.
ama bir okulun merdiveni mi yoksa valilik konağının mı yahut moda’daki güzelim merdivenlerden biri mi belli değil. etraf hem kalabalık hem değil. önümüzdeki genç çift görüşümüzü engelliyor. önce selfi çekildiler. 
sonra biz söylemeden önümüzden çekildiler.
.
karşımızda uçsuz bucaksız bir ova vardı. hani kare bulmacalarda iki harfli ova sorulurdu ya? evet o, po ovası. ama rüyamda sen tahmin yürütmedin. buluşmanın başından beri yaptığın gibi sessiz kalma hakkını kullandın. belki de benim gibi manzaradan etkilendin. ova çünkü öyle geniş, öyle verimliydi. ardında, şakaklarına ak düşmüş alp dağları vardı. bir ucunda da adriyatik. bu mevsimde soğuk olurmu ki acaba dememe kalmadan bir anda tüm renkler, tüm anlamlar kaybolup mevsimsiz, renksiz, kokusuz bir dünyada yürümeye başladık. tanıdık tek şey. sen önde ben arkada yürüyoruz. bir de işte; senin sağ elin benim sol elim. en baştaki gibi hep kenetli. merak ediyorum,  bu yol nereye gidecek? konuşmuyoruz. yürüyoruz. uzun, ince sessiz bir yol. peş peşeyiz. yürürken bir dize takılıyor aklıma. yüksek sesle okuyorum sessizliğine inat. 
şimdi bir yolu yürüyoruz ya seninle
birden üçüncü sınıf lokantadayız işte**

gerçekten de ova bir anda yok oluyor. yol bitiveriyor. bir lokantadayız işte. ama çok kalabalık. öyle kalabalık. bir tane boş masa yok. ortada beyaz gömlekli, siyah pantalonlu garsonlar cirit atıyor. çatal bıçak sesleri, insan uğultusuna o da fonda çalan şarkıya ulanıyor. istiklal’in bir köşesindeyiz. ilk kez geliyoruz. ismini merak ediyoruz lokantanın. sen gözlerinle. ben sözlerimle soruyorum. ama kimse söylemiyor. sanki gizlilik yeminleri var. ve sanki senin konuşmama andın. öte tarafta, penceremizden tramvaylar geçiyor. kırmızı. ama aklından ne geçiyor? bilmiyorum. benim içimde fırtınalar. anlamlı bir suskunluk içindeyiz. sonra bir şey oluyor. bir güç giriyor içime. masanın üzerine çıkıyorum şaşkın bakışlar içinde. sol elimdeki bıçağı, sağ elimdeki bardağa vuruyorum bir kaç kez. solak olmadığım gelmiyor aklıma. amacım dikkat çekmek. başarıyorum da.  şimdi herkes seninle eşit. herkes suskun. 
 gözlerinin içine bakıyorum. ve ağzımdaki şiiri çıkarıyorum.

mutsuzuz leyla
yine mutsuz
s o l d a n  s a ğ a
u
k
a
r
ı
d
a
n

a
ş
a
ğ
ı
y
a
hep 
      mutsuz

ve sen. oturduğumuzdan beri ilk kez konuştun. fakat yine kendi sözlerinle değil. birhan hanım’ın kelimeleri yankılandı ismini bilmediğimiz lokantada.

ben seninle sevgilim
mutsuz ama bahtiyardım***
...
rüya defterini kapattım. önce radyoyu sonra pencereyi açtım. bir sigara olsa içecektim. yoktu. uzaklara, mesela burgaz’a bakıp bu mektubu nasıl sonlandıracağımı düşündüm biraz. kendiyle çelişmeyen, türk dil kurumuyla barışık en mühimi ikimizi de mutlu edecek bir cümle aradım.
lakin iki kelimeden ötesi yalandı. yanlıştı. leyla.
tek gerçek vardı. o da;
seni seviyorum.
.

.
*     haydar ergülen - adam
**   ilhan berk - aşklar içinde bir kentin, herhangi bir kentin
*** birhan keskin- taş parçaları