harman oldum ortasında bu deli ormanın - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

harman oldum ortasında bu deli ormanın



söylemiştim demeyi çok severim. ve ben zaten söylemiştim. tatil sabahlarının diyorum bayım; sessizliğini ve insanı baştan çıkaran o dinginliğini çok severim. öldükten sonra sanırım bu dünya ile ilgili en çok özleyeceğim şey bu sakinlik hissi. başka şeyler de var tabi çok özleyeceğim. ama onları burada yazacak değilim. o kadar da değil.
peki ben buraya niye ve nereden geldim?
hayır, hayır bu saatten ve yaştan sonra varoluşçuluk oynamaya niyetim yok bayım. yıllarca önce söylediğim gibi -evet bunu da bir kaç kez söylemiştim- bu yazı çizi işi benim için hayatta oluşan çatlakları doldurma işi. bir nevi oyalamaca. vakit doldurmaca. razı ve teslim olduğum kaderime; “tamam sensin. hayat çizelgemi, yol haritamı iyi güzel çizmişsin ve ben de sanki kendim seçiyormuşum gibi o yollardan yürüyeduruyorum. eyvallah! ama bak dostum böyle şeyler de olabilir yani.." diyorum çoğu zaman kaba dalgalı, bazen mutedil olan bu kıyılardan. yapmayacağım dedim ama elimde olmadan yine felsefeye kaydık sanırım. ama dedim ya kader!
sessizlik diyordum. 
kuşları saymazsak ki pazar sabahına ve hatta dünyaya en yakışanı onların sesidir. -kargalar hariç. afrika dahil- balkonun güneş alabilen en uç noktasında ki balkonun onda birine denk gelen bölümünde anavatanından koparılmış mülteci gibiyim şimdi. huzursuz bir taburenin üstünde, kollarımı balkon duvarında kavuşturmuş karşıya bakıyorum. fakat görüş olumsuz. çınarcık üç gündür kayıp. burgaz bir var. bir yok puslar ardında. mavi zaten ömer edip cansever’in tekelinde. geriye turgut uyar’ın bulutlu durağı ve hemen yanıbaşımızdaki renkli bina kalıyor. lakin bu sözde fransız ama gerçekte balkonsuz insanlar için çok üzülüyorum. sonra yürüme mesafesindeki marketten öteye gidemeyen, deniz kenarına inemeyen ama yarın işe gitmek zorunda olan kendim için daha çok üzülüyorum. sorumluluklarımı ve mecburiyetlerimi hatırlıyorum. "bu hikaye böyle olmamalıydı dostum" diyorum. los lunes al sol’da küçük çocuğa ağustos böceği ile karıncayı okuyan santa geliyor aklıma. oracıkta santa oluyorum. kafamı kaldırıp gözlerimi kısarak burgaz açıklarına bir daha bakıyorum. şimdi sisten göremesem de orada olduğunu bildiğim mavilikte boş bir geminin komutasını ele geçiriyorum. arkadaşlarım yok bu sefer yanımda. kimsesizim. rotasızım. sadece güneşi takip ediyorum. çanakkale boğazından çıkıp okyanuslara açılmak istiyorum. lakin bir arpa boyu bile gidemiyoruz. olduğumuz yerde dönüyoruz. içinde bulunduğum gemi gibi ben de zincirliyim. ve çünkü bugün pazar. kimse çıkarmayınca ben kendimi çıkardım güneşe. oysa plazalı hayata başladığımdan ve ekmel beyi* tanıdığımdan beri pazar günleri derdim oldu. ama şimdi doğruya doğru, bir çılgınlık yapacakmışım gibi hissediyorum bazı zamanlar. üstelik hoşuma gidiyor, seviyorum bu hissiyatı. ve düşünüyorum da aslında kavga ettiğimiz kendimiziz. hayatla kavga ettiğimizi sanıyoruz. oysa yok öyle bir şey.
hem bu pazar da yine ve yeni bir şey yok.
aynı. yine sıkıcı. hep sıkıcı. çok sıkıcı..
daha az sıkıcı olması için radyo eksen dinliyorum bazen. eskiden bulmaca çözerdim. şimdilerde sabahattin ali'nin üç aydır bitiremediğim kitabını okuyorum. her elime alışımda sadece üç beş sayfa okuyabiliyorum. sanırım bu yüzden bitmiyor. bitsin de istemiyorum galiba.
öyle çok şey var ki içimde oysa. ama sonra değişik filmler, diziler izliyorum. hoşuma giden filmlerin altını çiziyorum! bazen de dışarı çıkıyorum. fazla duramıyor içeri giriyorum. çünkü ve zira sıcak, kalabalık ve haziran kapıda sonra. yarın yine pazartesi düşüncesi bir de.
şu çılgınlık diyorum yakında olacak gibi hem. 
sabretmek gerek. biraz cesaret, biraz karbonat.
olacak gibi. ama can sıkıntısı çok fena.
üstelik pazar günleri. ve sabahattin ali yine bitmedi....

***
geçen cuma işten kaytardım. hayattan kaytarmanın da bir yolu yordamı olsa be keşke diyorum bazen!
böyle ağrısız, sızısız sancısız düşüncesiz nötr bir vaziyette.
çok mu şey istiyorum?
tamam eyvallah erkekler ağlamaz ağlamamalı da hele yazarak hiç ağlamamalı!
böyle gördük çünkü atalarımızdan. dik durmalı, güçlü ve metin olmalı.
çünkü ağlarsa bir anası bir de yüreği ağlar bir adamın.

sırf bu yüzden şarkıları yasaklamalı belki de. hatta ve kanımca hiç bir şey dinlememeli insan. kendini bile. sadece masum bir sedir ağacının altında gölgede dinlenmeli mesela.
fakat işte öyle çok istiyorum ve özlüyorum ki..
bahar gelmiş memleketime gitmeyi..

***
ama ve hani imkanın olacak gidip bozcaada'ya yerleşeceksin.
sonrası gelir zaten... öyle yanına üç şey falan almana da gerek yok. artık her şey her yerde var.
ama sen....

diyorum ki; imkanın olacak her gün, her saat yazı yazacaksın bir de.
bir kere o tadı aldı mı gelir gerisi hem.
evet, kendini tekrar etmeyi hoş görmüyorlar belki ama en azından unutmuyorsun bazı şeyleri. bir nevi istikrar yakalıyorsun. hem belki kırk kere bozcaada dersem sevgili evren bi 'kıyak falan geçer. ne bileyim?  ben her şeyi bilemem. yoksa çok istiyorum. bildiğin gibi değil.
bak hala sezen'in o şarkısını dinliyorum hem. üç gün oldu başka melodi değmedi kulağıma. en az de ve da bağlaçlarını ayrı yazmayı sevdiğim kadar sevdim üstelik.
şarkıya, aşka teslim olduğun gibi bir teslimiyet gerekiyor mu bazen? 
kalan sağlar bizim hesabı ve sonra.
ya sonra?
.
.
* ayfer tunç - taş-kağıt-makas