kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı



vakti geçmek üzere olan çayı içmek gibidir bazen hayat. tiryakisindir. tadına varmak istersin. lakin zamanlaman kötüdür. ya erkencisindir yahut geç kalırsın. dolayısıyla arada sıkışırsın. devam etmekle son vermek arasında bocalar durursun. bocalar durursun. kederli bir gecenin sonunda rimelleri akmış bir kadın yüzü gibiydi bu sabah gökyüzü. renkler dağınık ve soluk. bulutlar kararsız. kuşlarsa vurdumduymaz. sanki mayısın gidişine ağladı şu son bir kaç gündür. ve hiç dinmedi bu gök yaşı. bilhassa bu sabah. 
peki ben ne yaptım? 
bir kaç saat daha uyuyabilecekken, oturdum, pıt pıt pencereme vuran yağmur damlalarını saydım. tam beş bin beş yüz otuz dört yağmur damlası. dile kolay. bazen de bir ömre bedel.
.
halbuki ışıklara gelmeden inmeliydik o sarı dolmuştan. n’olurdu sanki bir kaç kilometre ıslansaydık? babaannem haklıydı! vicdanımızı ve ruhumuzu yaz sağanağından daha iyi temizleyecek başka bir araç yoktur. o yüzden kalamış'tan suadiye’ye ıslanmalıydık o yaz akşamı. kelimelerimize verdiğimiz özgürlüğü sevdamızdan esirgedik sanki. ortak paydayı ya matematikte ya edebiyatta aradık. oysa aşkımızın pratik karşılığı bakışlarımızda saklıydı. kıymetini bilemedik. 
.
aslında böyle hüzünlü ve yağmurlu günlerde aga zaryan dinlemeli insan. niye bilmem. ama öyle. hem her şeyin, her vakit bir sebebi de olması gerekmiyor. zaten bizi öldürürse bu nedensellik öldürecek. halbuki üstadın dediği gibi elmanın bizi sevmesine hiç lüzum yok. içgüdüsellik diye bir şey var sonuçta. hem bak kuşlar öyle mi? tüm içgüdüleriyle kanat çırpıp bir şekilde hayata tutunuyorlar. onlardan öğreneceğimiz çok şey var. hem de çok.
ama ve yine de bana soracak olursan; gidecekse de gelecekse de böyle yağmurlu bir günü seçmeli insanoğlu. ötesini ben bilmem.  astrologlar ve meteorologlar bilir. ama en çok da babaannem bilir...