.
"kim yazdı bunu?
çünkü mevzunun aslı böyle değil!
bu karınca tam bir yavşak ve spekülasyoncu. ve neden bazılarının ağustos böceği doğduğunu açıklamıyor. çünkü ağustos böceği doğdun mu hapı yuttun demektir. söylemiyor onu tabii..."
.
bazıları ağustos böceği doğar. bazıları ağustos böceği doğar. bazıları ağustos böceği doğar. bazıları ağustos böceği doğar. bazıları ağustos böceği doğar. bazıları ağustos böceği doğar. bazıları ağustos böceği doğar. bazıları ağustos böceği doğar.
.
her geçen gün işe gidip eve dönmek daha da zorlaşıyor benim için. şantiye haline dönen şehir ve onun mütemmim cüzü, her saniye artan insan ve araç trafiğini çoktan geçtim canım viktor. üç kuruş menfaat için yapılan dalkavukluklar, atılan taklalar da değil derdim. cevabı belli olmasına rağmen kaç zamandır cevapsız bıraktığım sorular çekiştiriyor bir aşağıdan bir yukarıdan. hele ki dün akşam üzeri, doğada kendi ağaç evlerini yapıp yaz-kış orada yaşayanların hikayesini okuduktan sonra çok zor bu düzen ve bu şehirde karınca olabilmek. çok..
.
bir de tabi içinde bulunduğumuz bu yaz-bahar ayları var.
.
dünün aksine bugün gezegenin tüm hücrelerine bahar gelmiş. öyle güneşli. öyle çiçekli. sabah telefonun alarmını üç kez erteledikten sonra mfö'ye selam çakarak mecburen kalktım. sonra uykulu gözlerle arabayla mı yoksa otobüsle mi gitsem kararsızlığına kapıldım. apartmanın bahçesinde bir arabaya, bir caddeye saymaya başladım.
ooo portakalı soydum başucuma koydum
benim gibi tüm uyku mahmurluklarıyla yoldan geçenler gülerek baktılar. bazıları acıdı halime. aldırmadım. devam ettim.
ben bir yalan uydurdum
duma duma dum
kırmızı mum.
otobüs kazandı.
doğal olarak ve taammüden işe geç gittim yine. güneş penceremden kolunu içeri sokmuşken çalışmak kolay olmadı. çayımı içtim. gazetemi okudum. ıvır zıvır bir kaç iş yaptım ama öğleyi zor ettim.
santa geldi işte o vakit aklıma. "ekimde doğmuş olmam ağustos böceği olmadığım anlamına gelmez" dedim.
"efendim" dedi. telefonun diğer ucundaki hafız. "boşver" dedim.
iyi misin olm dedi.
yok bir şey dedim. akşama anlatırım diyerek geçiştirdim. o da fazla uzatmadı zaten.
.
yemeğe diye 15 dakika önce çıktım ofisten. ama yemeğe gitmedim.
parka gittim önce. varoş cafenin uyduruk kahvesini içmek istemedim. rüzgar sert esiyordu. mecbur cafeye geldim. yılışık patron matah bir şey yapıyormuş gibi daha masaya oturmadan "az şekerli mi sayın abim" dedi. yüz vermedim. konuşmadım bile. evet anlamında başımı salladım.
sonra hasır koltuğa adeta yatar gibi yayıldım. güneşe baktım. yüzümü okşamasına izin verdim. ve hemen akabinde bana bir söz vermesini istedim.
sonra hasır koltuğa adeta yatar gibi yayıldım. güneşe baktım. yüzümü okşamasına izin verdim. ve hemen akabinde bana bir söz vermesini istedim.
sen de dedim. diğerleri gibi beni bırakıp gitmeyeceksin değil mi?