istanbul’un diyorum ibrahim; yarısı metrolarda kalan yarısı da hastanelerde sanki. öyle muazzam bir kalabalık. hatırı sayılır bir kısmının da okullarda ve işyerlerinde olduğunu düşünürsek Rabbim yardımcımız olsun ibrahim. çok yardımcımız olsun. üstelik temmuz görünümlü haziran sıcağı bir yandan, ekonomik krizler, ahlaksız fırsatçılar ve ‘bölgesel savaş’ demeye dilim varmıyor küresel orospu çocukluğu ve batının ya da ‘beyaz adamın’ tarihsel iki yüzlülüğü ve dahi sömürgeciliği ‘güçlü’ olanın mazlumu ezdiği, çocukları öldürdüğü bir dünyada hbo dizisi izler gibi izliyoruz tüm olan biteni. üstüne haber kanallarında "uzmanlara" stratejiler yorumlatıyoruz. lakin olacak olan oluyor, biz piyon olmaktan öte gidemiyoruz. hakim güce bilerek yahut bilmeyerek hizmet etmekten geri durmuyoruz. yılbaşlarını, sevgiliLİler günlerini, analar babalar kuzenler günlerini, ayfonun son modellerini, dizi ve filmlerinin içindeki subliminal mesajlarını trans yağlı, katkılı, gdo'ku yiyecek ve içeceklerimizle bir güzel yiyoruz falan… neyse yine ipin ucu kaçtı. yine rotadan şaştık. susuzluk ve sıcağın böyle yan etkileri olabiliyor ibrahim. ben aslında kendi derdimle iştigal olmaya gelmiştim buraya. çünkü hastane curcunasından az evvel çıktım. devlet hastanesi olmasına ve fiziki muayene olmayacağını bilmeme rağmen lan ne olur ne olmaz, belki bir insan evladı çıkar, etraflıca muayene ederse ayıp olmasın diye ayağımı pudralarla şampuanlarla yıkayarak gittim ilk buluşmaya!
tahminimde yanılmadım. öyle uzaktan uzağa derdimi anlattım. isminden kadın sandığım doktor bey, iki soru sordu şikayetimle ilgili. sonunda da bir egzersiz broşürü, bir de krem yazıp gönderdi beni sağ olsun. ama ve şimdi hakkını yemeyelim, bir iki de nasihat etti. planter fasya mühimmiş. kortizonlu iğneler tendonlara zarar da verebilirmiş. o yüzden tavsiye etmiyormuş. geçmişte faydasını görmediğim fizik tedaviyi yeniden önerdi. ayrıca bu derdin yüzde elli devası egzersizmiş. acı da olsa, ağrı da olsa egzersize devam etmeliymişim.
“acı yok ibrahim.“
acı yok!..