saatime bakıyorum. doldurulması gereken daha iki saat kırk dakikam var. canım fena halde çay istiyor. ama çaycıyla aramda mesafe var. ikinci bardak çayı kalkıp almaya üşeniyorum. selfservisi icat edenin kulaklarını çınlatıyorum. lakin namussuz çay da bir güzel olmuş ki! hastane kafesinden beklenmeyecek tazelik ve güzellikte. zaten çaysız da yazamam. içimdeki oblomov’u bir iktidarın halkına söyleyebileceği en güzel yalanlarla avuttuğu gibi avutup ikna ediyorum. elli metre ötedeki kasa sırasına sokuyorum kendimi. her zaman kullanmadığım, yalakalıkla hakkını vermek arasındaki sınırların kalktığı ince çizgide ocakçıya övgüler diziyorum. öyle mutlu oluyor, öyle büyük gülümsüyor ki sabahtan beri uykulu uykulu iş yapan adamın gözündeki çapaklar şarapnel parçası gibi etrafa dağılıyor. iltifatın marifete tabi olduğuna bir kez daha şahitlik ediyoruz. ediyor muyız? ediyoruz. ocakçı abi, yan yana sıralanmış üç demliğinden en güzel çayı dolduruyor karton bardağıma. evet ben de çok haz etmiyorum karton bardaktan ama işte, bazen şartlar denen vahim şeye takılıyoruz. lakin çok da takılmıyorum. melike hanımın billur sesi kulağımın ses duvarlarına çarptıkça zihnimi ve dahi ellerimi tutamıyorum. yazıyorum da yazıyorum. ilk oturduğumda yandaki sıcak odanın aksine bu soğuk odada benle birlikte sadece iki masa doluyken şimdi neredeyse tüm masalar dolu. sanki uykudan uyanan bütün istanbullular elinde tepsisi, bu soğuk odaya geliyorlar. halbuki benim gibi soğuğu sevdiklerini sanmıyorum. sıcak oda tam kapasite dolduğu için geliyorlar. mecburi göç yani. sıcak odada yer açıldığında bazıları geldikleri tepsileriyle kesin dönüş yapıyorlar. sanki ve kendi çapında, küçük bir ortadoğu burası. ya da çok fazla haber izleyip fazla film izlemiş olabilirim. sonra işte yine saatime bakıyorum. hala uzun bir vakit var. yeni çay almak için gücüm de isteğim de yok. sanki ayaklarım üşüyor gibi. etrafa bakıyorum. hasta yakınları bekleme salonu adı verilen mekandaki yüzlerde hasta ve hasta yakınından daha çok şehirlerarası yolculuğa çıkacak insanların haleti ruhiyesi var. sanki kendileri ya da yakınları hasta değillermiş gibi. sanki memlekette ekonomiden adalete, sağlıktan eğitime her şey güllük gülistanlıkmış gibi. sanki bir rüyanın içindeymişiz gibi. sanki birazdan hareket edecek olan otobüsle mutluluğa yol alacakmışız gibi..
.