bu boş günümde işte, bilmem kaç yılın en sıcak haziran çarşambasında klimaya fısıldayan adam olmak istemedim. haydi adaya gidelim oldum. biraz ada rüzgarı. biraz tuzlu su. son haftalardaki basiretsizliğime deva olabilirdi. ne var ki yalnız gezmeyi sevmiyorum. ve evden adaya direk giden bir vasıta yapılmadığından yollar, denizler kuşlar gözümde büyüyor, büyüyor, büyüyordu. aslında hazerfen ahmet usulü benim evin balkonundan burgazada’ya inmek içten bile değil. bir vakit, bir sorti denenebilirdi. ama mevzu dağılmasın şimdi.
hiç umudum olmadığı halde istanbul’un üç yanındaki üç arkadaşıma yazdım. “haydi adaya gidelim, biraz hava alalım” tahmin ettiğim gibi ikisi işteydi. biri de evde misafir bekliyordu. çok düşünmedim. bir klimaya baktım. bir de burgazada'ya pencereden uzanıp. iki dakikada çantamı hazırladım istanbul’un yapış yapış nem ve sıcağına bıraktım kendimi. tecavüz kaçınılmazdı çünkü. zevk alacaktım o zaman. neyse ki otobüs klimalıydı. şansıma ada motoru da gelmişti. çoluk çocuk, genç yaşlı püfür püfür kalkışı bekledik. ben bunları yazarken hala bekliyoruz aslında. kalkışa on beş dakika var. kimse okula ve işe gitmemiş gibi gözüküyor. en az sıcak kadar gürültücü insanlar da bozuyor beni. tahammül sınırlarımı orospu çocuğu israil gibi işgal ediyorlar. yapacak bir şey yok diyorum. deve ve diyar sözünü anımsatıyorum kendime.. ve denizden serin esen rüzgarın varlığına şükrediyorum. …
…
10:15, haziran 12 istanbul
.