telefonun saati 04:50’yi gösteriyor. lakin horozların zaman dilimi farklı. ısrarla ve inatla ötüyorlar. çok da iddiacılar. çünkü sabah olduğundan çok eminler. ruhum horozlara biat ediyor. ama bedenim alacakaranlığı şahit gösterip yerinden kımıldamıyor. oysa burada hava haddinden fazla temiz. gürültü namına sayılacak tek şey tan yeri horozları. bir de uzaklardan havlayan köpeklerin melodisi. üstelik burada yıldızlar yere çok yakın. stres şehirlerarası yol hesabıyla 800 km uzakta. ama işte insanız. başka insanlar sonra. ve literatüre hısım akraba diye kaydedilen şark kurnazları. hep birlikte iyiye güzele gidemiyoruz. birbirimizi çelmeliyoruz. iyi ne? kötü kim? vefa nerede? kafamız karışıyor. ayaklarımız dolaşıyor. köyün orta yerindeki çamura saplanıyoruz. düşünmemeye çalışıyorum. en başa dönüyorum. horozları dinliyorum. ruhumla bedenim köy içinde satranca tutuşuyorlar. çünkü kazananın dediği olacak. ya beşte horozların isyanına liderlik edip ayaklanacağım. yahut şehir alışkanlığıma yenik düşüp yediye kadar yatakta tembellik edeceğim. satranç çok uzun sürmüyor. sanki kasparov ile oynamış gibi şehirli alışkanlığım nüksediyor. ruhum kaybedip bedenim kazanıyor. horozlara sessiz olmasını tembihleyip yorganı kafama kadar çekiyorum. hiçbir şey düşünmemeye çalışıyorum. sadece sesleri dinliyorum. inatçı horozları. sonra köyün kabadayı köpeklerini. ve akşamdan beri dinmeyen yağmurun hışırtılı melodisini..
uyandığımda saat altıyı otuz beş geçiyordu. horozlar susmuş. yağmur dinmiş. köyün tek hakimi karabaşlar olmuştu. sanki sabah sohbetlerini yapar gibi sırayla havlıyorlardı. pencereyi açıp karşı dağdan esen serinliği tüm hücrelerimde hissettim. uyanmak için başka hiçbir şeye ihtiyacım yoktu. yine de yüzümü yıkadım. şair kadar olmasa da yüksekçe bir yerden köye değişik bir nazarla baktım bu sefer. sonra derin bir nefes aldım. bu güzelliği unutmamak üzere zihnimin en ücra köşesine sakladım.
.