beş vakit - 29 - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

beş vakit - 29



sabah
: peyami safa’nın bir türlü okuyamadığım ‘bir tereddüdün romanı’ gibiyim. müteredditim. olduğum yerle gideceğim şehrin hava tahminlerine bakıyorum.kaç gündür. mont mu alsam yoksa ceket mi diyorum. sanki sophie’nin seçimindeyim. dilemmanın kitabını yazıyorum.. oysa resmi iş için ceket kesin lazım. ikisini birlikte alsam fuzuli ağırlık. hem nefsime. hem bedenime. öte yandan hava mevsim normallerinin altında. keşke diyorum hayattaki tek derdim bu olsa. keşke. ve içime biraz kalın giyinmeyi seçerek ceketimi de alıp çıkıyorum evden.. 06:35
.
öğle : her seyahat öncesi böyle oluyor. ama nasıl oluyor anlamıyorum. sanki çekmecelere, dolaplara iş saklamışım da sonra o işler amip gibi katlanarak çoğalmışlar. oysa titizim. gereğinden fazla dakikim. yine de olan oluyor. dahili ve harici işler bugünü buluyor. yaz sağanağı gibi kısa ama etkili yağıyor. halbuki her öğlen yemeğe herkesten evvel tam vaktinde inerim. 12:25. fenerbahçeli müfit abiyle yarışırız!. genelde ben, istisnai durumlarda o kazanır. bugün de o kazandı. dalgasını geçti. beşiktaş gibi geride kaldın dedi. güldüm. sadece güldüm. bozuk saat klişesine girmedim. fener’e de ilişmedim. öğleden sonra yetişmesi gereken işleri kafamda tasnif ettim. acil olmayanları kenara ayırdım. yemek dağıtan ablaya “pilav istemiyorum” dedim. 12:37
.
ikindi: sabah giyip giymekte tereddüt ettiğim laci ceketim ve siyah evrak çantam nedeniyle bir kez daha avukat sanıldım. içinde bulunduğumuz otobüs otobonda dizginleri koparmış kıstak gibi uçarken adliye durağını sordular. avukat olmadığımdan değil kafamın karışıklığından bildiğim halde yanlış cevap verdim önce. biraz düşününce kendime geldim. doğrusunu tarifledim. teşekkür ettiler. iki genç kadın ve bir bebek. kira davası gibiydi konuşmalarından. içsesim; huysuz ve açgözlü evsahipleri şu üç günlük dünyada hepimizin kiracı olduğunun farkıdalar mı acaba? farkında mıyız? diye kendi kendine sitem etti.. 16:38
.
akşam : iki otobüs, bir dolmuş değiştirerek bir çanta ve bir bavulla anneme geldim. klasiği bozmadı canım annem. geldin mi? dedi. geldim dedim. karnın aç mı? dedi. aç dedim. iki tepsi poğaça, börek yapmış ayıptır yazması şimdi! 
“başka bir şey istiyorsan?” dedi. hiç bir şeye gerek bir tabak da turşu koy yeter dedim. çayla bayram ederim. öyle de oldu. her türk evladı gibi ayarı kaçırdım. yerimden kalkıp değil 800 km yol gitmeye su içmeye mecalim yok. öyle ağırım. öyle müşkülpesentim. öyle uykusuzum.. 17:29
.
yatsı : bu vaktin dolmasına daha var ama. aylar sonra ali haydar tirmisi - kervan dinliyorum. ve erkenden yazma isteği doluyor içime. çünkü bu şarkı değil! başka bir şey. lakin nasıl tarif edeceğimi bilmiyorum. öyle bir şey ki; her dinlediğimde beni oradan oraya savuruyor. ikiye bölüyor. bir yanım kaçıp çocukluğumun masumiyetine saklanıyor. diğer yanım sanki günahlarımın kefaretini ödüyor. arada kalan parçalarım eşsiz bir manzarayı izleyen insanların sükununda ne geçmişe ne de geleceğe bakmadan huzur içinde melodiyi dinliyor. sonra şarkı birden bitiyor. mahallenin imamı sela veriyor. ali haydar abi kaç tekrar yapmış bilmiyorum. annem “hadi oğlum geç kalacağız” diyor. telefonum hiç susmuyor. mesajlar, cevapsız çağrılar. adı konulmamış kırgınlıklarla dolup taşıyor her yanım. yetmiyormuş gibi, tatü ferhat hem zile basıp hem bağırıyor; “mithad abi haydi araba hazır” diyor..dünyanın telaşı diyorum hiç bitmiyor. bitmeyecek..18:53
..
.