cami avlusunda oturuyorum. solumda bir saat sonraki ikindiyi bekleyen iki bey amca. sağımda güneşlenen bir çift. bisiklete binen çocukları falan. ben metallica dinleyip düşüncelerimi sıraya koyuyorum. ve harika bahar güneşinin hem etinden hem sütünden faydalanmaya çalışıyorum. arada ve arkamdan gelen keskin kokunun adını bulmaya çabalıyorum. lakin söylemiştim. çiçek bilgim ilkokul terk. isim şehir bitki yıllarındaki bilgiler bile yok. lakin koku çok keskin. hatta ağır. bir karar vermek zorunda hissediyorum. ya kalıp kokunun yönlendirmesiyle yeni keşifler yapmalıyım. ya da çekip gitmeliyim. “zorunda olmak, zor mithadbey!” demişti çok yıllar önce sevgili bir blog okuyucum. “kışın güneşinde iyi ısınınız” diye de ilave etmişti. bakıyorum o günden bugüne o kadar çok şey değişti. ama ben bir arpa boyu yol alamamışım. ve fakat güneş müptelalığım hiç değişmemiş. bu iyi mi kötü mü bilmiyorum. ama zorundalıklar hanesine yeni halkalar eklemişim. halkalar yeni halkaları doğurmuş. o yeniler diğer yenileri doğuruyor vs. sonsuz bir döngü sanki. ne var ki; içimdeki buzlanmayı ne tepemdeki güneş ne de kendi imkanlarım çözemiyor. mutsuz muyum peki? çok değil. ama mutlu da değilim. ayder tunç hikayelerindeki adamlar gibiyim galiba. iki arada bir derede. yön arayışındayım hala. yönden bahsetmişken
solumda oturan abilerden biri öteki yancısına “gözüme güneş giriyor” diyerek güneşten gölgeye sığındı. bu da william buttler’ın o meşhum şiirini düşürdü hemen aklıma. “güneşi sevdiğini söylüyorsun güneş açınca gölgeye kaçıyorsun” diye yağmura ve sevgiliye doğru giden hani..
oysa her şey, herkes bir yere gidiyor, bir yola çıkıyor. ben de bu muhlis şiirden çıkıp geçmişe, orta üç yazına girecektim ki, telefonum çaldı. çok sevdiğim bir abim. onunla konuştuk epey. kapatınca gereksiz detaylara girdiğim için üzüldüm, adam zaten yorgun ve hastaydı. bir de sen kafa ütüledin diyerek kendime kızdım. bu karışıklıkta kulağımdaki metallica bası coştururken sağımda duran, gözüne güneş giren abiye baktım. o da bana baktı. ama birbirimize bir şey demedik. ben sonra güneşin gözünün içine baktım belki umutlu bir havadis verir diye. lakin olmadı. gözlerim kamaştı. karışık dünyam iyice şaştı. ve abinin yanındaki gölgeye destursuz oturdum.
.