otobüsün mekanik sesi, bir sonraki durak narçiçeği dediğinde ben mario’yu düşünüyordum. oysa hayatımda hiç süper mario oynamadım. fakat şu son zamanlarda geriye doğru baktığımda mario gibi görüyorum kendimi. aştığım, atladığım stres ve engel temaşalarının haddi hesabı yok. bilader bunca stresi iyi yönetiyorsun derken bilge abimiz feridun, yavaşla, frene bas ve akışına bırak dedi. ikisi de kendi zaviyelerinden haklıydı. ama ben de haklıydım. ve yalnızdım. isterdim ki bu yükü beraber taşıyacağım, yalandan değil gerçekten müttefik olacak biri dursaydı sol yanımda. yorulduğumuzda iki soluklanmak için oturup şakalaşmayı, dünyanın en ciddi sorunlarını ciddiye almadan güle oynaya yola devam etmeyi isterdim. zorlukları da kolaylıkları da birlikte aşmayı, bir nehirden karşıya geçer gibi. ama işte hayat sevgili ibrahim. herkese, her istediğini vermiyor.
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...
eternal sunshine of the spotless mind (2004)
-
mevsim kış. önümüz yılbaşı. onun ardı sevgililer günü malum. netflix mi çok
inceci, yoksa ben mi çok komplo teoriciyim? bilemedim. elimi dokunduğum
yerde y...