hangisi zor, bazen karar vermekte güçlük çekiyorum. kırk tilkili, sıkıntının biri bitmeden ötekinin başladığı stresli, hareketli bir hayat mı yoksa tatsız, tutsuz, aksiyonsuz, sıkıntısız, sözsüz, sazsız tek düze bir hayat mı?
‘elbette birincisi’ diyor içeriden bir ses.
‘o vakit şikayetlenme otur, güven ve “akışa bırak” kendini’ diyor öteki ses. o sırada kafamdaki melike; “gözlerine baktığımda yedi cihan birleşir” diyor. benim göz kapaklarım ağırlaşıyor. sanki birkaç saniyeliğine onu bana gülümserken görür gibi oluyorum.
sesler, renkler ve düşler böyle böyle birbirine karışıyor ibrahim. rüyalarım gerçeğe, hakikat serapa boyanıyor. mart baharında tüm yapraklarını dökmüş kış ağaçları gibi kala kalıyorum. üşüyorum. en çok ayaklarım ve ellerim. evet bu mevsimde hala çok üşüyorlar. cemreler geçeli, yaren leylek geleli çok oldu halbuki. şarkıya odaklanayım bari diyorum. tilkiler rahat durmuyorlar. çekiştiriyorlar dört bir yandan. yaklaşık on gündür beklemenin dayanılmaz ağırlığı altında eziliyorum oysa. ne olurdu diyorum azıcık gamsız, biraz pervasız çokça geniş olaydım diyorum. sonra.. tilkilerden birini kuyruğundan tutuyorum hayvanın canı çok yandıysa demek öyle bir çığlık atıyor ki bir an için melike bile susuyor. diğer tilkiler korkudan sıvışıyorlar. hava yavaş yavaş aydınlanıyor. çatıdaki martılar kahvaltıdan önceki son konuşmalarını yapıyorlar. ben elimde beklemek tilkisi, beynimde diva melike olduğu halde yeni bir güne merhaba diyorum. merhaba salı..merhaba ibrahim. merhaba melike!
.