bu sabah diyorum sevgilim, sahurdan sonra dünyanın bütün uçakları bizim apartmanın üzerinden geçti sanki. bir, üç, yedi, on dört, yirmi dokuz, otuz altı, kırk beş, elli sekiz, altmış iki, yetmiş dokuz, seksen sekiz derken saymayı unuttum. o uçaklardan birine bindim. sol kanat tarafına kuruldum. hava henüz aydınlanmamıştı. ama tamamen karanlık da değildi. alacakaranlık derler ya o tattaydı. günün en sevdiğim saatiydi. büyük bir sessizliğin dünyaya hakim olduğu yegane zamandı zira. ve bu muhteşem anda sana doğru uçacaktım. pencere kenarındaydım. ayaklarım yerden kesilmiş. bulutların üstündeyim. çünkü sana geliyordum. bütün imkansızlıklarımı, derdest olmuş hüzünlerimi olduğu yerde bırakıp hatta kendimi bile unutup yalnız sende kalmaya, senle bir olmaya soyundum. umut ve sevinçle birlikte tanıdık başka bir his vardı içimde. ömrümde bu kadar çok en son ne vakit heyecanlanmıştım hatırlamıyordum. kaptanımız o seksi anonsuyla hava durumu, rota ve tahmini varış süremizi çoktan tayin etmişti. lacivert üniformalı, hafif makyajlı hostesler acil durum vaziyetinde yapılacakları anlattılar el ve kol hareketleriyle. ben ise bunca zamandır sana olan sevgimi nasıl ifade edeceğimi bilmiyordum hala. elimi ve ayağımı nereye koyacağımı bilmediğim zamanlardaki gibi tutuktum. ama işte bugün başkaydı. her zaman ki günlerden farklıydı. heyecanlıydım. senle doluydum. ellerimde çiçekler, yüzümde kocaman bir gülümseme tarifeli bir uçaktaydım. ta ki sokaktan gelen o sesle uyanana kadar!!
beklemek
-
metro istasyonunun serin, derin ve loş ışığında gelecek treni bekliyoruz.
biraz uykulu. biraz düşünceli. biraz yalnız. ömrümüz diyorum zaten hep bir
şeyle...
eternal sunshine of the spotless mind (2004)
-
mevsim kış. önümüz yılbaşı. onun ardı sevgililer günü malum. netflix mi çok
inceci, yoksa ben mi çok komplo teoriciyim? bilemedim. elimi dokunduğum
yerde y...