az önce kardeşimin doğum gününü kutladım. kendimce şirin emojilerle dolu, kısa ve net bir mesaj. en son sanırım 3 yıl öncekini kutlamıştım. belki de beş. hatırlamıyorum. çünkü doğum günü kültürü oluşmadı bizde. kimse de kimseye darılmaz kızmaz bu yüzden. şimdiki gibi anne karnına cenin olarak düşümünden itibaren kutlamalar yapılmadı. bir, iki, beş, sekiz, on beşinci yaşlarımızda da kutlamadı kimse. o yüzden bu dönüm günleri uzak bize. afrika gibi. hiç görmediğimiz bir akraba gibi.
ama işte kardeşimin ki farklı biraz. o zamanın tek tüketim kültürü televizyonun etkisiyle oyun olsun diye kardeşimin doğum gününü kutlamaya başladık. o günlerden bir tek onun doğum tarihi aklımda kalmış. bir de işte geçmişteki bir iki aşkın. oysa annemin, babamım ve ablamın doğum tarihlerini ezbere bilmem. kutlamam. kutlayamam. onlar da benimkini kutlamaz. bilmez. ablam hariç. çünkü ablam kutlamasız geçen tüm yılların acısını çıkarır ya da eksik kalan bir yanını tamamlar gibi her yıl hiçbirimizin doğum gününü unutmaz. ilaveten anneler gününü, babalar gününü, yeni ve eski yılını, bayram seyran kandil kutlanacak ne kadar gün ve gece varsa hepsini üşenmeden kutlar. mutlu olur. o mutlu olur diye ben de mutlu olurum.
kardeşimin doğum günü diyorduk. ama meseleye ablamla başlamak gerek. okumadı ablam. okumamış. istememiş. babama ben okumak istemiyorum demiş. zor gelmiş okula gitmek. orta 3 te jübile yaptı. küçükken geçirdiği ciddi rahatsızlık nedeniyle babam da ısrar etmedi. okuldan bir kaç yıl sonra, mahalleden hayta arkadaşlarıyla yürüme mesafesinde bir fabrikaya işe girdi. işte o vakit bizim de hayatımız değişti. dünyanın en güdük, en kısa ayı şubat bizim için uzunca bir süre şenlik ayı oldu. (ta ki hala kızı feride kocaya kaçana kadar. o da ayrı bir hikaye)
şubat şenlik ayıydı çünkü kardeşim doğmuştu. her 25 şubat beklenen gün olmuştu bize. ablam akşam iş çıkışı mahallenin tek pastanesinden aldığı çikolata pastayı, gazozu ve üç beş mumu hevesle getirir; "yemekten sonra kutlayacağız. o zamana kadar kimse bu poşetin yanına yaklaşmayacak" derdi. öyle korkunç biri değildi ablam ama yine de korkardık. biraz sinirliydi çünkü. bir gün kendisine iftira eden bir arkadaşını sokağın ortasında fena halde benzetmesine şahit olduktan sonra sadece biz değil mahalledeki herkes çekinir olmuştu ablamın tersinden. haliyle ondan sonraki tekne kazıntıları olarak biz de çekinirdik. oysa kaya gibi sert görünümün altında pamuk gibi bir kalbi vardır ablamın.
işte o doğum günleri akşamında yemeğin bitmesini sabırsızlıkla beklerdik. yemekten sonra ışıklar söndürülür. filmlerde gördüğümüz iyi ki doğdun şarkısını üç beş kez tekrar ettikten sonra kardeşim pastanın üstündeki az sayıdaki muma üflerdi. dayanamaz birine de ben üflerdim. aramızda çıkan üfleme kavgasını da babama gerek kalmadan yine ablam yatıştırırdı. şimdi buradan bakınca en kavgalı, en mutsuz olduğunu sandığı günleri bile özlüyor insan. hayat diyorum; biraz da böyle bir şey galiba.. fena halde hüzne bulanmış horoz şekeri gibi..
bugün işte doğum günüydü kardeşimin. her yıl olduğu gibi bu yıl da aklıma geldi. bu kez boş vermedim. hatta söz verdim kendime. bundan böyle her yıl hem kardeşimin hem ablamın doğum gününü kutlayacaktım.
ve iyi ki doğdun kardeşim.
iyi ki gülüm..
.