sabaha karşı. soğuk, üşüyorum. şehir hatları vapurunun içinde bir uçtan diğer uca seyirtiyorum. bir olay olmuş. ön taraftaki grup onu tartışıyor. ben tuvalet arıyorum affedersin. sıkışmışım da biraz. oradan oraya savruluyorum. ileri geri derken. vapurun ne vakit iskeleye yanaştığını fark edemiyorum. kıyıdayım bu sefer. tanıyorum burasını. kadıköy iskele. şimdi insanların vapurdan çıktığı kapıda bekliyorum. içeri girebilir miyim diye bakınıyorum. vapurdan gruplar halinde çıkan insanlarla doluyor iskele bir anda. iğnemi arasam bulamayacağım bu kalabalıkta seni görüyorum sonra. köşede, duvar gibi bir yükseltide oturuyorsun. ayaküstü bir şeyler konuşuyoruz. ama ne olduğunu hatırlamıyorum. sonra başka bir adam beliriyor yanımızda. bej rengi bir kabanı var. esmer. sanki gözlüklü. flu biraz buralar. kabanı kesin bej ama. uzun, bacaklarına kadar uzanıyor. tüylü kapüşonu sırtından sarkıyor. bu eleman, sosyal medya fenomeni gibi bir şey. elindeki telefonda seri hareketlerle bir şeyler yapıyor. biz sakin sakin seninle konuşurken birden sana el şakası yapıyor. omzunla boynunun birleştiği yeri sıkar gibi yapıyor. ben acayip sinirleniyorum. ama senin yanında çok tepki veremiyorum. durduk yere kıskanç erkek damgası yemek istemiyorum. içime atıyorum. senin de hoşuna gitmiyor bu hareketi ama sen de tepki vermiyorsun. buna daha çok kızıyorum. sonra bu bej kabanlı, "oldu" deyip melodi gibi bir şey yüklediği telefonunu sana uzatıyor. sen sakince alıyorsun telefonu. bir kaç tuşa basıp deniyorsun. "tamam" diyorsun. ben uyanıyorum. üzerimdeki açılmış yorganı kafama kadar çekiyorum..
.