sevgili leyla
hayalimdeki mektubunda diyorsun ki; neden yazmıyorsun. bana. her gün. bloga?
oysa sen de ben de çok iyi biliyoruz ki; benim sıradan ve sıkıcı hayatımın, hep tekrara düşen devrik cümlelerimin, zaman zaman romantizme kayan edebi hitaplarımın ve dahi pulsuz mektuplarımın senin ilgi dünyandan, ayakları yere basan reelpolitiğe sadık mizacından ve dahi çocuk merakından fersah fersah uzak kaldığını.
mesela desem ki sana; bu sabah yağmur öyle güzel yağıyordu ki çıkıp arabadan iliklerime kadar ıslanmak istedim. ama yapmadım. hiç acelem yokken yeşil dalgayla birlikte saat tam yedide işe geldim. galatasaraylı güvenlik görevlisine takıldım. yukarı çıktım. kış çayı demlenirken ve herkes uyurken hayatımın özetini çıkardım. ama ve yine bi’bok olmadı. çünkü einstein'ı dinleyip farklı şeyleri yapsam da aynı sonucu elde ettim hep. başa döndüm. önce haftalık sonra aylık iş planı yaptım. öğleden sonra da eve dönüp iki bölüm dizi belki bir film izlerim. çiçeklere su, kuşlara ekmek verdikten sonra. ama huzur’u da elime almadım kaç gündür. yine yarım kaldı desem. yahut kimsenin işini düzgün yapmadığından bahsetsem. bırak iş ahlakını memlekette ahlak kalmadığından dem vursam. söz veren avukatın sözünü yerine getirmek bir yana seni salak yerine koymasına, aradaki tanıdıklarının mahçup olmasına bile aldırmadığını anlatsam. geçmiş olsun dediğin bir değil iki ayrı arkadaşının senden bir “sağol” sözcüğünü bile esirgemesine üzüldüğümü söylesem. yahut market kasasında bir dakika beklettiğim için özür dilediğim beyaz saçlı kadının mermer gibi suratıyla hiçbir şey söylememesine takıldığımı anlatsam.
ve öte yandan aile sağlığındaki hemşirenin kan alırken kolumu ikinci kez mahvettiğini söylesem. ya da 6 yıldır aynı apartmanda oturduğumuz üst komşumun “üstadım bizim gibi adamların finlandiya’da falan yaşaması lazım” dediğini. ve benim ona sadece acı acı güldüğümü. ama içimden ‘haklısın da bu saatten sonra ben de yurtdışına gidecek o göt yok dediğimi.’ söylesem.
yine ve keza; yüzde yüz haklı olduğumu bırak anlattığım insanların demesini muhataplarımın dahi bildiği miras ve çoğu yaşam davamda başta annem ve kardeşlerim olmak üzere eş dost ve arkadaşlarım tarafından yalnız bırakıldığımı, galiba fedakârlığı abarttığımı anlatsam. bazen hatta çoğu vakit kış ortasında müşterileri olmayan çay bahçesi gibi yalnız hissettiğimi. gidip gelip aynı duvara tosladığımı. tutuculuğumun yaş aldıkça daha da arttığını. alternatifler olmasına rağmen yürüyüş parkurunu bile değiştirmeden dolap beygiri gibi aynı çember içinde yıllardır adımladığımı söylesem. ve bu söylediklerimin neredeyse her gün benzer ve aynı sıklıkta yaşanıp küçük, sıradan hayatıma nasıl sığdığına şaşırdığımı anlatsam diyorum; şaşırmazsın. sıkılırsın.
o vakit şimdi sen söyle bana sevgili freya; sen olsan her gün yazar mısın? kendinden bile sıkılmaz mısın? ve bu tekrarlarından mahcup olmaz mısın?
söyle bana..
.
.
.
foto : moda çay bahçesi - 2015 kışı