küçük bir ilçe. tadında bir kalabalık. kendi halinde, işinde gücünde insanlar. lakin ana cadde veteriner kaynıyor. nasıl yani diyorum. önce bir şaşırıyorum. melekelerim duruyor. bu kadar küçük ilçede metrekareye bu kadar çok veteriner nasıl olur diyorum. kendimden ve yediğimden bu kadar emin olmasam rüyada mıyım diye çimdik atardım kendime. ama sonra coğrafya bilgim devreye giriyor. geçim kaynağı; tarım ve hayvancılık. bitki örtüsü; orman. iklimi; adıyla müsemma, karadeniz iklimi. civarda kurulu et balık kurumu da cabasıymış.
245 - markette:
"merhaba kolay gelsin" dedim bütün klişelerden ve rutinlerden sıyrılmış, en samimi halimle. o ise ne selamımı aldı. ne de iyi dileğimi gördü. sadece uzaktan düğmesine basılmış bir makine gibi yüzüme bile bakmadan "hoş geldiniz diğer kasaya alayım" dedi.
üzüldüm.
246 - fark göremiyorum ya sen?
taşrada; 15 liraya yediğimiz mandalina burada 30 liraya yediğimizden çok daha lezzetli. keza portakal da öyle. evet, taşraya nazaran büyük şehirde hayat pahalı ama insanlar her yerde aynı. taşra ya da büyük şehir fark etmiyor. zira ar damarları çatlamış. vicdan kalmamış bu insancıklarda. göz göre göre ve hiç utanıp sıkılmadan, her hal ve şartta seni s.kmeye çalışıyorlar. üstelik ayak üstü ha. oturmana da izin vermiyorlar!
bunu yazıyorum çünkü iki gün içinde iki yerde de yaşadım. taşrada kütüğe akrabam diye yazılanların gadrinden hemen bir gün sonra büyük şehirde, ayakkabı almaya girdiğim, hiç tanımadığım dükkan sahibi ayak üstü çarpmaya çalıştı beni. ayakkabıyı beğendiğimi anlayınca iki dakika önce x lira dediği ayakkabı fiyatına 200 lira daha ekleyip öyle söyledi fiyatı. uyarınca da ben yanlış söylemiş olabilirim taktiğini kullandı. almadan çıktım ayakkabıyı.
ama işte her musibetin, olumsuzluğun sebebinin sadece muktedirler ve yönetenler olmadığını, ayağın başa, başın da ayağa bağlı olduğunu biliyoruz değil mi? iyi. hadi allah rahatlık versin şimdi!
.
247 - bana öyle geliyor ki;
bir mecburiyetin içinde nefes alıp veriyoruz..
..
248 - aykut enişte :
dönüş yolunda, selamet turizmin iki artılı koltuklarının teklisinde her uykuya dalış arefemde muavinin aykut eniştesi piç etti uykumu. çünkü ve zira; bıyıkları henüz terlemeye başlamış olan bizim yeni yetme muavin, arayanın ismini söyleyecek şekilde ayarlamış telefonunu. gecenin bir yarısı, eniştesinin de derdi neyse artık aralıklarla tam üç kez aradı faydasız. aralıklarla üç kez aykut enişte diyerek ve sıçrayarak uyandım tavşan uykumdan. meçhule ve karanlığa yol alan otobüsün dar koridorlarında ve zifiri karanlıkta korku filmlerini aratmayacak boğuk bir sesin yankılandığını düşünsenize? işte böyle böyle, faydasız eniştesinin ismini ezberledik. ama yalan yok, ah ettim. dördüncüye de arasaydı şayet aykut enişte, niyeti çok pis bozmuştum. içimden saydırdığım yakası açılmamış sövgüleri senin de aykut enişte'nin de diye başlayarak bir otobüs dolusu yolcu ve mürettebata da ilan edecektim gece yarısı kararnamesiyle. neyse ki allah'ın hakkı üçtü. ve üçüncü aramadan sonra durdu faydasız enişte. neyse ki aramadı bir daha..