bazen diyorum olur öyle.
kendi minicik derdini dünyanın en büyük meselesi gibi görürsün. hatta ve sanki günlerdir başına bomba yağan filistinlilerinkinden daha büyük sorunmuş gibi krizler geçirirsin. başına ağrılar girer. iştahın kesilir falan. ne için? alt tarafı kıçı kırık bir dünya düzeninde açgözlü ve bencil ve vicdansız ve insafsız ve imanı sadece para (bazılarının dolar) olanların sayısının ve azgınlıklarının ve pervasızlıklarının ve dahi insansızlıklarının amip gibi çoğalması yüzünden..
99 depreminden sonra biraz semt ve insan seçici olur gibi davrandığımızda kolonları çatlak binayı bize kiraya vermeye çalışan emlakçının dediği gibi "insan bizim insanımız sultanbeyli'deki de bizim feneryolu'ndaki de." bir nevi haklıydı. maya meselesi çünkü bu işler! mevki, makam, diploma mevzubahis değildi. biz bize benziyorduk. vahşeti gördükçe vahşileşiyorduk. tıpkı hitler mezalimden kurtulan yahudilerin bugün filistinlileri kırdıkları gibi biz de aslında birbirimizi kırıyoruz. beni eziyorlar madem. o halde ben de başkalarını ezerim. oh ne güzel dünya! böyle devam edin.. geliyor zaten gelmekte olan. üç ya da beş vakit sonra az kaldı... o yüzden üzülmemeliyim diyorum. kendimi böyle avutmaya çalışıyorum. ama asi yanım. hırçın karadeniz yanım... işte onu durdurmak zor bayım. çok zor...
avukat hanım amerikan mahkemelerindeki gibi uzun bir girizgâhtan sonra "biz ne ara bu hale geldik" dedi. ya bana ve benim gibilere yapılan haksızların farkında olarak samimi biçimde ya da bir arabulucu davasını daha artı puanla bitirme içgüdüsüyle. bilemem tabi. günahı boynuna artık.
ama bazen işte oluyor böyle..
yediremiyor insan! avukatın girizgahının yarısı kadar sürede ben de derdimi ona boca ettikten sonra "ben dedim kimseye zulmetmedim." insanlar neden bu kadar vicdansız. bu kadar vefasız. bunu hem anlıyorum. hem anlamıyorum sezen şarkısındaki gibi. oysa çakal emlakçımın dediği gibi insanız. ve insanımız her yerde aynı. trafikte de aynı. işyerinde de aynı. ev sahibi kiracı ilişkisinde de böyle. market yahut otobüs sırasında da. halbuki diyorum; ben kimsenin sırasını çalmayıp otoparkının önüne araba park etmezken, kendi yapmadığım, örnek olmadığım bir şeyi elemanımdan istemezken, devletin koyduğu sınırı aşıp sen de mağdur olma deyip iki katı zam yaparken ben neden enayi gibi, aldatılmış gibi hissediyorum? yönetemeyip eline yüzüne bulaştıranların düzensiz göçe müsaade edip, ekonomiyi yap-boz tahtası haline getirenlerin hatasını birey olarak, halk olarak biz niye çekiyoruz? bozduğun işler, ilişkiler, komşuluklar için neden arabulucuya ihtiyaç duyar hale geliyorsunuz, getiriliyoruz? fakat ve yine de sonunda yine aynaya bakan ben oluyorum. lan diyorum demek ki var bir günahımız. birinin tavuğuna kışt demişliğimiz. karmaya değil ilahi adalete inanan bir fani olarak... masumiyet filminin bekir'ine bağlayıp eğiyorum başımı önüme.. yürümek istiyorum. yürüyemiyorum.
bazen işte böyle şeyler oluyor.
insan hazmedemiyor. duygularının esiri oluyor. egosu ile kalan akil yanını arasında eziliyor. her şekilde kaybedeceği savaşa girmekle kaybeder görünmek arasında araf sırası bekliyor. mantıklı düşün mantıklı düşün derken ağzına geleni sayamıyor. ağrı kesici alıyor. insanların çiğ süt emdiğini hatırlatıyor kendine. derin nefesler alıyor. ama veremiyor. vermek istemiyor bazen.
oluyor öyle.