yaş değiştirme günü için özel bir blog - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

yaş değiştirme günü için özel bir blog



yeditepe istanbul dizisinde bir sahne var hiç unutamadığım. 
mahallenin dertlilerinden önem, mahallenin romanını yazan yusuf'a (emre kınay) gelerek kendisi ile ilgili tüm yazıları sazanların tarihi'nden çıkarmasını ister...

yusuf: seni çıkarırsam romanın yarısı gider.
önem: madem o kadar çok şey yaşıyorum, benim niye haberim yok.
yusuf: çünkü kimse kendi hikayesini beğenmiyor!!

son dört beş belki de  altı yıldır yaş değiştirme günümde arayan, yazan kutlayan eş dost hısım akraba seven sevilen tüm tanıdıklarımın kutlamalarından önce yahut sonra aynanın karşısına geçip bir sayı artan yaşıma bir de kendime bakıyorum ve önem gibi ben de kendime soruyorum; "madem o kadar yıl yaşadım benim niye haberim yok?"
.
ama hayatın insafı yok. yahut zamanın. affetmiyor. ışık hızıyla geçiyor. sen şunu da yapayım bunu da oldurayım az daha bekleyeyim derken göz açıp kapayıncaya geçip gidiyor her şey. çocukluk. gençlik. sevenler. sevilenler. anneler babalar. ikinci derece yakın akrabalar. çocukluk, okul, iş arkadaşları.
geçen pazartesi beşiktaş tribününden tanıdığım, uzun zamandır görmediğim (sekiz yıl) bir kardeşimizi ziyaret ettim. tribünde çektirdiğimiz fotoğrafları gösterdi. hepsini hatırlıyorum. maç maç, dakika dakika. sorsan dün gittik derdim. oysa yirmi yıl önceki halimizdi. zaman çok acayip bir şey. hayat da öyle.
.
bu yaşıma kadar çok az "doğum günü çocuğu" oldum. çok takılmadım. olsa da olur olmasa da babında takıldım. belki yetiştirilme tarzından belki şartlar yüzünden. kutlayana da kutlamayana da eyvallah dedim. diyorum. sağ olsunlar var olsunlar. dostlar kardeşler biladerler sevdiklerimiz sevenlerimiz uzak yakın tanıdıklarımız hala arar yazar günün anlam ve öneminin altını çizerler. kimi sevdiğimiz video çeker gönderir, kimi 
saat on ikiyi vururken mesaj atar, kimi metroda yakalar gülümsetir, kimi şahsa münhasır blog yazar. eksik olmasınlar. demek ki ve ne mutlu bana ki tüm huysuz ve huzursuzluklarıma rağmen bir hoş sadâ bırakabilmişim kalplerinde. dünyanın her geçen saniye daha da kötüye gittiği bugünlerde kendi küçük evrenimizde "mutluluk oyunu" oynuyoruz aslında. elbet iyi günlerim de oldu kötü günlerim de bu vakitlerde. sonra bir şey oldu sanki. iki bin on dörtten iki bin yirmi bire her doğum günümde yazdım. ama pek bir faydasını görmedim. bıraktım üzeyir abi gibi. bugün ama yazdım. doğum günümden ziyade yazı yazmak istedim. çok yazmak istedim. ama ne yazacağımı bilemedim. bazen olur öyle hani. acıkmış, susamış gibi yazmak ister insan ama o kelimeler bir türlü sızmaz dimağdan. bugün işte öyle bir gündü. yazmak için sebep ve cümleler arıyor gibiydim sabahtan beri. sonra işte benim biladerim, çok sevgili biladerim. kan bağından öte gönül bağı olan biladerim o sebebi verdi bana. sanırım karşılıklı yazma fırsatı verdik birbirimize.
sabah yazışırken anlata yaza bitiremediği börekçisini anlattı kırk üçüncü kez falan. ben bıkmadan dinledim yine. sonra ben ona görmemişin oğlu gibi tedavi olan ayağımı, rengârenk cihazları gösterirken falan bir sevgi yumağı olduk  nasıl oldu ben de anlamadım. sabahın sultanı seda sayanın programından daha duygusal anlar yaşanırken bilader dedim senden özel bir şey rica edeceğim dedim. önce bana yarım yüzyıl gibi gelen bir sessizlik oldu. herhalde bacanağı gibi borç para isteyeceğimi düşündü evvela. neden sonra iste tabi ki bilader oldu. dedim bugün doğum günüm. bana kendi sesinle bir türkü söyler misin dedim. şarkı da olur alaturka da olur dedim. o iş ben de bilader dedi. ben şarkılı türkülü bir şeyler beklerken ters köşe yaptı. blogunda kalbinden temiz bir sayfa açmış. eşi dostu bütün blog mahallesini ayağa kaldırmış. benim de tüylerim böyle diken diken oldu okurken. sabahkinden daha yoğun bir duygusal anlar yaşandı ki gözyaşlarımı göstermemek için çok mücadele ettim. nilüferden erkekler ağlamaz şarkısını on yedi kez falan mırıldandım içimden. ama o orta anadolu türküsünü istiyorum ben bilader senin sesinden.
..
annem daha aramadı. garibim ne bilsin tarihti, takvimdi miladiydi. ona göre bir güz vakti akşam ezanından evvel doğmuşum işte. ablam hatırlatır birazdan o da arar. "hadi doğum günün kutlu olsun" der kapatır telefonu. ben içindeki sevgiyi bilirim aslında söze hacet yok. arada kavga ederiz, didişiriz huysuzluklarımızı ilk birbirimizin üzerinde deneriz. ama küsmeyiz. anneye küsülür mü hem? hah arıyor işte... ..
..
son tahlilde ve bilhassa doğum günlerindeki tüm bu yazı çizi işleri diyorum; geriye doğru bakıp geçmişimi anlayıp geleceğin umudunu yeşertmek için biraz da sanırım. ya da...
.