gündüz vakti ilk kez üşüdüm bu mevsim. bir sürü fotoğraf çektim. mavi gömleğini yeniden giydim. birkaç insanla konuştum. bu aralar unutkanlığım arttı gibi. oltalı abi bir süre bana baktı. son iki seferdir fotoğrafları formatlamayı unutuyordum. balık tutmaktan anlar mıymışım? su doku mu çözmüyorum yoksa balığı mı az tüketiyorum? elimde fotoğraf makinesini görünce herhalde, hobi hobiyi çeker diye düşündü oltalı abi. oysa pazartesi görünümlü sisli bir salıya uyanınca sahile inmek geldi içimden. hiç anlamazdım balık tutmaktan. fotoğraf makinesini kaptığım gibi bostancı dolmuşumda buldum kendimi. sene doksan dokuzda ilk deneyimimde çok sıkıcı bulup hemen oracıkta bırakmıştım oltayı ve balıkçılığı oysa. müsait bir yerde indim dolmuştan. tüm bunları anlatmadım tabi balıkçı abiye “anlamıyorum” oldu cevabım.
sonra bir gemi, bir kaç halat fotoğrafı çektim. kenarda süslü, kahverengi köpeği ile oturan abi seslendi;
sonra bir gemi, bir kaç halat fotoğrafı çektim. kenarda süslü, kahverengi köpeği ile oturan abi seslendi;
-benim hanım da fotoğraf çekiyor, ismek kursuna gidiyor.
önce mendirek boyu uzanan direkleri, insanları fotoğrafladım. sonra köpekli abiye fotoğrafın keyfinden, yorarken dinlendirdiğinden falan bahsettim. o sırada bir karga geçti üstümüzden. abi sigarasından derin bir nefes çekti. ben iyi günler dedim yanından ayrılırken. hafif uçurumvari kayalardan gemi halatlarına indim. köpekli abi tekrar iyi günler dedi geçerken. saatçi titizliğinde bir papatya üzerine konmuş arıya odaklandım. tekelden emekli hayri amca kılıklı bir abinin yansımasını makinenin arkasındaki geniş vizörde gördüm. bir şey demedim. o da demedi. biraz ne yaptığıma baktıktan sonra sessizce uzaklaştı. papatya arkası yük gemisi fotoğrafı çektim. iki genç kadın nefes almadan günlük dedikodularıyla geçtiler arkamdan. pembe kayığı çekerken arkamdan tok bir ses;
- merhaba, köpek sizin mi? dedi işaret parmağı ile gümüş renkli kurt köpeğini göstererek. ben sanki köpeğim varmış önce köpeği süzdüm ve sonra “hayır” dedim. mendireğin yanından geçen balıkçı teknesini çektim. yoruldum. geri döndüm. dedikoducu ablalar yine hızla geçtiler yanımdan. karnım da acıkmıştı. ama abla şekeri varmış gibi çok sinirliydi. çok ;
“o kim ki benimle konuşmayacakmış.”
sahipsiz gümüş renkli köpek bir o yana bir bu yana koşuyordu. beltur’a daha çok vardı. iskeledeki vapur öttü. bir karga bunu işaret sayıp cevap verdi. vapuru yakından çekmek için uzun adımlar attım. bej pardösülü, uzun boylu, çok güzel kokulu bir kadın telefonla konuşarak yanımdan geçti. beltur'a vardığımda vapur istediğim gibi çıkmadı. bir tost 2 çay söyledim. çaycı ikisini birden vermek istedi. bir bebek ağladı. ikinci bardağı sonra alacağım dedim. tostçu beş dakika sonra gelin dedi. o sırada telefonumun alarmı çaldı. baktım, saat sekizdi. pencereyi açtım. dışarıda kapalı, sisli bir hava vardı.
“o kim ki benimle konuşmayacakmış.”
sahipsiz gümüş renkli köpek bir o yana bir bu yana koşuyordu. beltur’a daha çok vardı. iskeledeki vapur öttü. bir karga bunu işaret sayıp cevap verdi. vapuru yakından çekmek için uzun adımlar attım. bej pardösülü, uzun boylu, çok güzel kokulu bir kadın telefonla konuşarak yanımdan geçti. beltur'a vardığımda vapur istediğim gibi çıkmadı. bir tost 2 çay söyledim. çaycı ikisini birden vermek istedi. bir bebek ağladı. ikinci bardağı sonra alacağım dedim. tostçu beş dakika sonra gelin dedi. o sırada telefonumun alarmı çaldı. baktım, saat sekizdi. pencereyi açtım. dışarıda kapalı, sisli bir hava vardı.
.