54.mektup - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

54.mektup

eğri ağaçlar



"hayalle hakikat arasında ince çizgilerde, gidip gelmelerde aklımın trenleri" diyor ya sezen aksu son şarkısında.
artık beylik lafları söylemekten de duymaktan da yoruldum sevgili leyla.
yorgunum. anlatamayacağım kadar yorgun üstelik.
hem farkındayım sana yazmayalı da çok oldu. bir değil, iki değil tam sekiz ay, üç mevsim geçmiş. bu sekiz ayda ne çok şey oldu. bir bilsen. belki de bilmesen daha iyi.
ama ve sahi yine de ne çok şey oldu bu geçtiğimiz sekiz ayda.
misal, her kış gibi bu kış da üşüdü ellerim
fakat bu sene hepsinden çok 
ellerim sanki. 
sezen dinledikçe daha çok üşüdü bu kış
ben de ağırdan aldım 
çok ağırdan hayatı
ses etmezsem belki geçer diye
geçmedi 
hayat ne garip şey 
oysa
geçtiğimiz sekiz ay diyorduk 
menekşeler boy verdi
cemreler sıraya girdi
kuşlar yönünü afrika’ya çevirdi
içimin boşluklarına gökdelenler dikildi
yoruldum
çok yoruldum
geçtiğimiz sekiz ay  
ama sanma ki sana yazmadıysam bunu seni unuttuğumdan yahut düşünmediğimden değil. hayatın peşinden koşmaktan yoruldum. çok yoruldum. lakin durup da dinlenmedim. hep koştum. durmadan koştum. durursam düşerim sandım. ha eline ne geçti dersen bunca koşturmadan?
hiç.
koca bir hiç.
ama işte bazen bu da gereklidir hayatta. hep kazanmaya oynamamalı insan. kaybetmeyi bilmeli. yenilmeyi de öğrenmeli.
biraz samuel beckett okumalı. biraz birhan keskin mısraları mırıldanmalı.
belki o zaman dünya yaşanabilir yer haline gelir.
belki diyorum ama benim hiç umudum yok. kuru otlar üstüne filmi aklımı ve kalbimi karıştırdığından beri hem hiç yok.
on yıllar evvel olduğu gibi şimdi de aynı yerdeyim aslında. taşrada sakinlik arayan yazarın yeni romanının bir türlü yazılamayan ilk cümlesi gibiyim. kayboldum. ortaokul atlasında görünmeyen kaza gibiyim. erkekliğe bok sürdürmemek için kimseye belli etmemeye çalışıyorum. el yordamıyla kovalıyorum hayatı. mirkelam ile forrest gump arası bir yerlerde hayatı ıskalıyorum. hayat çünkü hep önde, ben arkasındayım. yetişemiyorum. tam yetişecek gibi oluyorum... bir el tutuyor sağ omuzumdan. ben solumdan dönüyorum. bakıyorum şartlar denen o vahim şey. çok ileri gittin biraz bekle diyor.  hayatın pitstop alanına çekiyor beni. ben toparlayıp alandan çıkana dek tur bindiriyor hayat bize. eskisinden daha çok, daha hızlı koşmak gerekiyor. durursam hem düşerim. düşmemek için ama yardım da alıyorum bazen dışarıdan. büyük mutluluklar, küçük hikayeler kovalıyorum kalabalıklar içinde. misal az evvel otobüste acayip bir şey oldu. ben kulağımda sezen dinlerken beş metre ötemde kumral, genç bir kadın önce bir çığlık attı telefonuna bakıp sonra yanındaki adama-muhtemel babası- sarıldı. yanak yanağa birbirlerini kutlarlarken adamın sol yanağından, tüm mutluluğuyla benimle göz göze geldi genç kadın. gülümsedim. biraz mahcup ama sevincinden de ödün vermeden adama heyecanla anlatmaya devam etti. neyi başarmıştı ya da hangi sınavı kazanmıştı bilmiyorum. ama hayat bazen de böyle bir şey işte.
hiç tanımadığın birinin mutluluğunu özel bir halk otobüsünde paylaşabiliyor insan. 
lakin aynı hayat mütemadiyen devam ediyor öte yandan. ama yoruyor.
çok yorgun olunca da işte uyuyamıyor insan. düşünüyor. tepedeki beyaz ışığa bakıyor. gündelik, basit meselelere kafa yoruyor. türk hava yolları ile dünya şimdi daha büyük diyen radyoyu dinliyor. geçmişi ile geleceği arasına sıkışıyor. kısa cümleler kurmak istiyor. sıradaki şarkıdan fallar tutuyor. özlemleri artıyor. sayfalar dolusu mektuplar yazmak istiyor. hep yazmak, hiç durmamak istiyor. durursa çünkü düşeceğinden korkuyor. ve sonra şiirler okumak. 

birhan keskin’den rastgele mesela:

bana demli bir çay, uzun efkar, geniş keder
sana smoke, sana malt viskiler sana rezerv

geçtiğimiz onca zaman diyorum leyla, ne çok şey oldu?
ama ben hiç bir şey bilmiyorum..
.
.