.
bir deli cesareti gösterip en nemli ağustos gününde iki kıta, dört vesait değiştirip arkadaş ziyaretine gidiyorum. iki gidiş iki dönüş toplam dört saat yol. otobüslerden, metrolardan, marmaraylardan ve insandan yapılmış ırmaklardan geçiyorum. terle birlikte düşünceler akıyor başımdan aşağı. yapacak daha iyi bir işim yok. yol uzun. hayat kısa. alıyorum kalemi elime. sirkeci garından çıkan insan seli gibi akan kelimeler bir noktada donuklaşıyor. duruyorum. yazdıklarımı okuyorum. kalemi kırıyorum.
.
herkesin uyuduğu bu tatil gününde erkenden balkona çıkıyorum. bir haber okuyorum. anladığım kadarıyla iyi bir insan, elli altısında hayatın manasızlığına yenilmiş. çok sevdiğiniz dünya sizin olsun demiş. tüm bencillikleriniz, kibriniz, adilikleriniz ve ikiyüzlülüklerinizle size iyi günler diyerek ayrılmış aramızdan!
balkondan aşağı baktım. dokuz kat. beyaz bir opel. kirli bir asfalt. gökyüzüne baktım. çok yakından bir uçak daha güney batı yönünde ilerliyor. burgaz’a baktım. aşırı nemden deniz ve çınarcık gözükmüyor. düşüncelerim puslu. bu kadar yıl ne için mücadele ettim. nereye geldim? şimdi nereye gidiyorum? tıpkı candan’ın şarkısında olduğu gibi bir çemberin etrafında manasızca dönüp durdum senelerce. şimdi aynı çemberi ters istikamette dönüyorum. çemberin ilk yarısında o telaş ve mücadelede farkına varmadığım anlamsızlık, beyhudelik şimdi geri dönüş yolunda, hayatın her saniyesinde yüzüme bir şamar gibi iniyor. dokuz kat aşağı bakıyorum. gri asfalt. mavi bir mercedes. gökyüzünde ise yalnız gezen kuşlar. burgaz’ın arkasından sinsice geçip güney amerika’ya kuru yük taşıyan gemiler.