bir fiskesine bile her zamankinden daha fazla ihtiyacımız olduğu şu günlerde rüzgar bazen öyle kuvvetli esiyor ve öyle cömert davranıyor ki oval tepsimin içindeki çekirdek kabuklarını aşağıda deli danalar gibi koşuşturan karıncaların kafasından aşağıya uçuruyor. çerez tabağım derin olmasa yenmemiş çekirdekleri bile uçuracak. ama bazen de sanki bize ve insanlığa küsmüş gibi hatta dün akşama kadar olduğu gibi yaprağı kımıldatmayacak eylemsizlikte oluyor. bir kararsız, deli dolu rüzgar. insanı da ve bilhassa dünden teşne olan beni de ikilem de bırakıyor. bahçe mi sahil mi?
bir yandan da beş kitabı karışık okuyorum. her hikayeden sonra duruyorum. aşağıdaki karıncalar gibi oradan oraya akan düşüncelerimi süzmeye, yakalamaya çalışıyorum. uygun bir bilinç akışı tutturamıyorum. kopuk kopuk, sonu bir yere varmayan bir dolu düşünce bulutu cümle olup yağmadan kendi manasızlığında patlayıp güme gidiyor. ama insanlar bu kuzey afrika karasalında serinlemek için her yolu mübah sayıyor. kimi bir çınaraltı gölgesinde, kimi sahilde kırmızı beyaz şemsiyenin altında ve denizin ilk metrelerinde, bazıları bangır bangır ceza çalan plaj kafeteryasında, bazısı evin gölgede kalan bahçesinde. ben de bahçede karar kılanlardanım. kah kitap okuyorum. kah rüzgarın ıslığında gelen gidene bakıyorum.
..
14 temmuz cuma:
iki araba peş peşe çıktılar sitenin ana kapısından. altı kişiydiler. üç kadın üç erkek. mavi arabada üç kişi. arkasındaki kırmızı arabada üç kişi. sağa döndüklerine göre limanın yanındaki plaja gidecekler. şemsiye açıp sandalye açmayacaklarsa mantıklı. kumsalı çünkü çok geniş. merkezdeki gibi taşı toprağı yok. suyu bulanmıyor öğleden sonra. suyunu iç. öyle temiz. öyle mavi. bazen turkuaz. tek dezevantajı arabayla belli yere kadar gidebiliyorsun. sonra yedi sekiz yüz metre yürüyorsun. eşyan çoksa kumda yürümek kolay değil. sola dönselerdi şayet merkez plaja ineceklerdi. arabayı neredeyse denize sokabilirsin. lakin orada hem kumsal dar. hem de ilk metreler taşlık. hakeza sabah 8-11 arası muhteşem olan suyun öğleden sonra tadı yok. ters esen rüzgar ve kalabalık nedeniyle bulanıyor. eşyaları olmadığı ve bu saatlerde güneş ışınları yatay geldiği için liman tarafına inecekler. tuzlu. kumlu. taşlı. fark etmiyor. ama insanların her denize inme eyleminde, benim tarih sayfaları yırtılırcasına rusların sıcak denizlere inme çabasının aklıma gelmesini hangi tarihçi hangi çılgın açıklayabilir?
.
16 temmuz pazar:
ilginç mi tesadüf mü tuhaf mı bilmem ama böyle şeyer hep mi beni bulur yoksa size de denk gelir mi?
1982 dünya kupasında küçücük çocuktum. ama futbola büyük merakım vardı. muhtemelen yemek için serilen bir gazete köşesinde futbolcu paolo rossi’nin cumhurbaşkanının özel affıyla ve italya milli takımıyla dünya kupasına katıldığını yine aynı gazetenin başka köşesinde 40 yaşındaki italyan kaleci dino zoff’un en yaşlı oyuncu olacağını okudum. mahalledeki abiler ve diğer bebeler brezilya ve arjantin diyerek ikiye kutuplaştılar. bir ben ayrık otu gibi italya’yı tutuyorum dedim göğsümü gere gere. güldüler. dalga geçtiler. beyaz pele zico’nun, maradona’nın yanında rossi de kimmiş dediler. o italya dünya şampiyonu oldu. rossi de gol kralı.
bu pazar öğleden sonra işte; fena uyuz olduğum ‘cokoviç’i yenip wimbledon’u kazanan ispanyol çocuğu alcaraz’ı ilk kez 9 temmuzda şilili jery ile oynarken gördüm. yazdım da hatta. bu çocukta iş var dedim kendi tenis bilmezliğimde. meğer potansiyeli varmış. nadal’ı yenmiş. amerika açık falan kazanmış yirmi yaşındaki bebe. sözün özü bir paolo rossi dejavusu yahut nostaljisi yaşattı bana. aferin çocuk! aferin..
.
13 temmuz perşembe:
herkes kendine ait olanı seviyor. ötekisini seven, duyan dinleyen yok. herkes, herkesle dost değil kanlı bıçaklıymış gibi. istanbullular istanbul’u, istanbullu olmayanlar istanbulluları beğenmiyor. dudak büküyor. kaş göz oynatıyor. sevmiyorlar canım abim. sevmiyor.
burada, yerel bir manavda bir şey yaşadım. uzun uzadıya anlatmayacağım. kendimizden gayrısını sevmiyoruz. beğenmiyoruz. genellemeye bayılıyoruz.
.
17 temmuz pazartesi:
denizin içine zorla çocuk sokup onu kıçı yırtılarcasına hatta sahil güvenliği getirircesine bağırtmanın vatanı milliyeti, okumuşu cahili yok. bu başka seviye! az evvel yabancı bir çift yedi sekiz yaşlarındaki çocuklarını boğuyordu gözümün önünde! yapmayın, çocuklarınıza bu travmayı yaşatmayın. ben otuzundan sonra ancak barıştım denizle. hayatla barışmak içinse istikşafi görüşmeletim devam ediyor. ama zor. isveç nato üyesi olur hatta türkiye ab üyesi olur ben barışamam! demem o ki; yapmayın çocuklarınıza bunu!
.
567891011121314151617 temmuz:
her seferinde diyorum ki kendime; bir daha karışırsam, ses edersem ne olayım ne olayım hem fenerli hem dombili hem fred çakmaktaş olayım. bir daha “orhan kurallık”, “yönetici sabri beylik” yapmayacağım diyorum. adaklar adayıp içimin karanlıklarında mumlar yakıyorum. daha önce verilmemiş sözler veriyorum. ama olmuyor olmuyor olmuyor nalan!
insan demeye dilimin varmadığı iki ayaklı canlılar sahile ve denize çöp poşet plastik peçete ne varsa atıyorlar.
ahanda ve yukarıda, geçen sabah denizin içinden ve dışından topladıklarım. sonra bir de denizin kenarına sintine boşaltan şerrrefsizler var. belediyeyi arıyorum. ama nafile. kim bilir hangi züppenin teknesi. etliye sütlüye karışmayan yerel yönetimin yakında seçim de var ne uğraşacam temennisiyle karavana atıyoruz bir kere daha. böyle olunca da annemin ben trafikteki öküzlere dellenince söylediği “hangi birini düzelteceksin evladım” sözü geliyor aklıma.
sinirlerimi ve sağlığımı korumalıyım. ama nasıl? o vakit sokağa çıkmaman gazete tv takip etnemem yani yaşamamam lazım. lakin öyle de olmuyor böyle de. bütün deyimler ve atasözleri üç kuruş indirime giren benzin nedeniyle gece 12 de sıraya girenler gibi dimağıma diziliyorlar. dolu almıyor boş dolmuyor. aşağısı sakal yukarısı bıyık oluyor. sonra da iki ucu boklu değnek. ayrıca isaya da musaya da yaranılmıyor. kırk katır mı kırk satır mı sorusuyla zaten ekran kararıyor.
madem elimden bir şey gelmiyor ve madem baca temizliği yapıyorum. o vakit burada satırlarıma son verirken bu yıl çok çalışıp çok yorulan ve iki buçuk ay tatile giden, emeklilere yüzde 25 zam veren, ‘helkımıza’ dolaylı vergilerden vergi beğendiren, yatları katları fabrikaları bankaları olanlara dokunmayıp üstüne vergi AF-fı getiren vekillerime milletin aslı olarak selam ediyorum ama emeklilere yüzde 25 çok oldu. yüzde on yeterdi bize deyip şapkamı takıp sokağa dans etmeye gidiyorum. buenas noches.
.