hala kızı feride - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

hala kızı feride




sorsanız, o kadar yıl sonra hala beni sever feride. ben de onu severdim. ama babamın öldüğü gün sevmekten vazgeçtim. hatta ve galiba biraz da nefret ettim ondan. hikayeye nereden başlamalı ve nasıl anlatmalı bilmiyorum. çünkü ve asla iyi bir hikaye anlatıcısı olamadım. fıkra bile anlatamam. o yüzden yazarak anlatmayı deneyeceğim.
..

küçüktüm o vakitler. ilkokul yeni bitmiş kravat ve lacivert takım elbise ile ilk kez tanışmıştım. yürüyerek gittiğimiz ilkokulumuzun dört beş katı mesafeye bu kez orta okul için gidiyorduk hafız ve fiko ile beraber.
bir nevi sosyetenin tapınağı, merkezi olan nişantaşı ile çok karıştırılan nişantaşlar mahallesinde fantastik filmlere konu olabilecek şekilsiz bir binanın giriş katında oturuyorduk. nişantaşı’nın aksine tek zenginliğimiz şimdiki gibi kutuplaşmamış, kimliksiz, çıkarsız komşuluğumuz ve dostluğumuzdu.
serseri adımlarla okuldan döndüğümüz bir akşam üstü küçük salonumuzda ablamla fısır fısır konuşurken gördüm onu. beni görünce gülümseyerek yanıma geldi ve iki yanağımı sıkarak “ne kadar büyümüşsün sen, kocaman yakışıklı adam olmuşsun. bu gözlerle çok can yakarsın mithadcan” diye haykırarak o zamanlar benim için pek bir anlam ifade etmeyen iltifatlara boğmuştu. etna yanardağından daha sıcak bu akraba taarruzdan sonra benden sadece cılız bir “hoş geldin feride abla” cümlesi çıktığını hatırlıyorum. dört yaz önce okul tatilinde köye gittiğimizde görmüştüm en son onu. o vakit söylemedim ama o da çok büyümüş, gelişmiş ve güzelleşmişti. benden zaten büyüktü, ablamdan da iki yaş büyüktü. ama iyi anlaşıyorlardı. neşeli, girişken biriydi Feride abla. aramızda yaş farkı olmasına rağmen ablamla yaptıkları eğlencelere, ‘salon konserlerine’ ablamın vetosuna rağmen beni de alırdı. ablam sezen aksu, nükhet duru takılırken o içli türküler söylerdi. dertliydi hala kızı. dertli ve öksüzdü. orta sonda annesini yani halamı kaybetti. bir daha da okumadı. hayırsız abisi de okumadı. bir kaportacıda işe başladı. babası başka bir kadınla evlendi. üvey annesi ve iki kardeşi daha oldu. mutsuzdu. umutsuzdu. annemin söylemesine göre halamın babama emanetiydi. her memleket dönüşü feride'nin mutsuz ve umutsuz halini görüp  içten içe kahırlanıyordu. bir bahar akşamı işte dünden razı olan eniştemin onayını da alıp  istanbul'a getirtmişti. ablamla yarenlik eder, isterse çalışır zamanı gelince de hayırlısı ile evlenirdi. böylece ablasına verdiği sözü de yerine getirmiş olacaktı. olmadı. felek böyle bir şeydi. sen istediğin kadar plan program, hesap kitap yap o tokatı vuracağı yeri ve zamanı çok iyi biliyordu. bilmese zaten adı felek olmazdı.
..
insanın hayatında unutamadığı, unuttum sandığı ama belleğinin derinliklerine kazınmış ve hiç ummadığı anlarda gün yüzüne çıkan bazı anıları vardır. işte o kasım akşamı yaşadığım bu türden ilk anımdı. feride'nin bizde kalmaya başladığından altı ay, doğum günümden beş gün sonraydı. hafız, fiko ve ben okuldan çıkmış her zamanki serseri adımlarla eve dönüyorduk. hava karanlık. tek tük sokak lambalarının ve açık olan dükkan ışıklarında oyalanarak, birbirimize şakalar yapıyorduk. o akşam bir dükkan gözüme takıldı. ışıl ışıl parlıyor, içindeki rengarenk kumaşlar göz kamaştırıyordu. yorgan dükkanıydı. elli yaşlarında, saçları olmayan kara yağız bir adam masmavi bir yorganın içine gömülmüş, dikim yapıyordu. hafızam sadece bu anı kaydetmişti sanki. neden sonra eve döndük. kapıda her zamankinden fazla olan ayakkabı sayısıyla içime bir sıkıntı çöreklenmişti. kötü bir şey olmuştu ama neydi? kapıdan eve girene kadar kaç yıl geçti bilmem ama ergenlik çağımdan askerlik çağıma geçmiş gibi oldum. öyle uzun, öyle meşakkatli bir süreydi. 
ablamın bağırışlarını duyuyorum ilk önce." ferideee, feridee ne yaptın feridee?" kimse bir şey söylemiyor. babam bir kenara pusmuş. kara kara düşünüyor. emanete ihanet etmişçesine ve ne yaptığını bilmez vaziyette yanmayan sobaya ellerini uzatmış ısınmaya çalışıyor pastırma yazında. annemi göremiyorum. refika teyze ablamı sakinleştirmeye çalışıyor. üst kattaki bitişik komşular halime ve firdevs teyzeler ellerinde su dolu bardak ve limon kolonyası ile yaşanacak olumsuzluğa karşı ablamla refika teyzenin arkasında hazır kıta bekliyorlar. mehmet amca babamın omzuna elini koymuş bir şeyler söylüyor. babam elleri sobanın üstünde dinliyor mu belli değil. sadece sağ elinin işaret ve orta parmağını öne uzatıp sigara istiyor mehmet amca'dan. sigarayı bıraktıktan üç sene sonra feride sayesinde yeniden o akşam başlıyor sigaraya babam. akciğer kanserinden ölene kadar da bir daha hiç bırakmıyor.
.
neden sonra annem çıkageliyor içeriden. ailede metanetli kalan tek birey. bana olanları dört kelimeyle anlatıyor. "feride, artist sinan'a kaçmış."
artist sinan kim? 
adı üstünde yakışıklı, boylu poslu eşinden bir yıl önce boşanmış. iki çocuğu, anne babası ve iki kardeşiyle karşımızdaki büyük bahçeli, büyük evde yaşayan adam. 
tabi çocuğuz daha o  zaman. kaçmak, göçmek. aşk-meşk. uzak kelimeler. tek bildiğim akşamları bana iş dönüşü çikolata getiren, sanatçı taklitleri yapıp, konserler verdiğimiz feride'nin artık bizde kalmayacağıydı. o akşam bir curcuna, bir fırtına. gelenler, gidenler. büyükler, ekabirler ilk otobüsle olaya müdahil olan enişte bey. karşı tarafla müzakereler. ortak tanıdıklar ve aracılar sonucunda kırgınlık ve küskünlükler unutulur gibi yapıldı. dört başı mamur düğünle evlendi feride. ilk sene hemen bir de çocuğu oldu artist sinan'dan. ama mutluluğu hiç olmadı. sinan'ın iç yüzünün dışı gibi güzel olmadığı sonradan anlaşıldı çünkü. içki ve kumar bağımlılığına fiziki şiddet de eklenince feride'nin boşanması kaçınılmazdı. üç yıl katlanabildi bu duruma feride. üç yıl sonra boşanıp memlekete döndü.üç çocuklu ve kendinden çok yaşlı başka bir adamla evlendi. bir çocuğu da ondan oldu. sonra adam öldü.  çocukları yanından ayrıldı. bir başına kaldı.  

o zamanlar sık sık anneme gelip dert yandığını görüyordum. bir tek annemle arası iyiydi. doğrusu annem de öksüz ve kimsesiz olmasının hatırına  yardımcı olmaya çalışıyordu. ablam çok uzun yıllar konuşmadı onunla. içindeki öfkenin dinmesi uzun sürdü. bense mesafeli biçimde nasılsın iyi misinden öteye gitmeyen muhabbetlerle ortamı idare ettim. küsmedim. çok gücenmedim. ta ki babam o amansız hastalığa yakalanana dek.. 
.
fakat hafıza, tuhaf bir yaratık! babama akciğer kanseri olduğu tanısı konulduğunda ışıklar içindeki o yorgancı dükkanı ve masmavi yorgan geldi gözümün önüne ilk olarak. sonra.. sonrası çorap söküğü gibi geldi zaten..
.
angele - nombreux