bir haziran vakti - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

bir haziran vakti

anadoluhisarı öğretmenevi, boğaziçi, fatih sultan mehmet köprüsü, martılar köprüsü


sıcak. haziran. bir otobüs dolusu insan rasathane’den kadıköy’e inmeye çalışıyoruz.  haftanın ortası. öğle saatleri. okullar tatil oldu. gidebilen yazlıkçılar şehri çoktan terk etti.. ama neden hala bu mahşeri kalabalık? bu kadar insan niye bu otobüse sıkıştık? ben niye bu otobüsteyim? bu tutunma çabaları hala ve ne diye? neden sorusunu genişletip dünya ve yaşam ölçeğinde genelleştirmek geçiyor aklımdan. ama yok hayır! bunu yapmayacağım. aslında ve sadece; genlerime ve varsayılan ayarlarıma aykırı olarak hesap kitap, plan program yapmadan sırf fotoğraf hocam “bu otobüs kadıköy’e iniyor” dediği için bindim. üstelik daha gelirken dönüş için üsküdar seçeneğini işaretlemiştim hafızama. oysa denize sıfır öğretmenevi çok şahane esiyordu. önümüzden mavi motorlar, uzaktan yük gemileri geçiyordu. ve martılar uçuyordu. hayat şiirde olduğu gibi burada da kısaydı. ama işte çok güzel esiyordu. sıcak dokunmuyordu. hiç bir şey tesir etmiyordu. hafif esen rüzgar. martı çığlıklarıyla yüzüme yüzüme vuran iyot kokusu. ders çoktan bitmiş, yorgunluk çayı içiyorduk. hayat, keyif almak için son derece elverişliydi. lakin işte o hatta çok fazla duramadım. müşkülpesent ruhuma bir kıymık battı sanki. nerden geldiği belirsiz bir özlem duygusu çöreklendi içime. huzursuzlandım. huysuzlandım. hocaya ayıp olmasın diye çok kıvrandım. aklımdaki ve içimdeki konuları değiştirdim. yük gemilerinin içindekilerle ilgili tahminlerde bulundum. olmadı. sonunda baklayı ağımdan çıkardım.
hocaya “kalkalım mı?” dedim. 
“sen bilirsin” dedi. kalktık. ve evlere dağıldık.
.
hani emrah serbes çok sevdiğim bir sözünde “bazı sokaklar yalnız yürünmez” der. şimdi işte, gözlüksüz, gözlerimi kısarak yazmaya çalıştığım çevre dostu bir otobüsün teker üstü koltuğunda serbes’e katılıyorum. çok fena katılıyorum. hatta arttırıp istanbul yalnız gezilmez iki gözüm diyorum. tek başıma çünkü sığamıyorum hiç bir kuytusuna bu şehrin. belki sıcaktan. belki hazirandan. belki yalnızlıktan. ama dedim ya çok katılıyorum yazara.
.
hemen eve gitmedim. kadıköy’e niçin ineceğimi hatırladım. geçen hafta tamire verdiğim çantayı alacaktım Çerkez çantacıdan. ama yol bitmek bilmedi. yol boyunca inenler oldu. binenler de. fakat kalabalık hiç azalmadı. kendime sorgu ve suallerim de. görmezden gelmeye çalıştım. çocukken yaptığım gibi pencereden dışarıdaki dünyayı izledim. tuhaf isimli, rengarenk dükkanları aklıma kazıdım. solumuzda seyreden araçların içindeki insanlarla ilgili tahminlerde bulundum. bazılarıyla göz göze geldim. bazı onlar kaçırdılar gözlerini. bazen de ben suçlu suçlu. sonra zeynep kamil’i geçip karacaahmet’e ilerlerken o geldi sol yanımıza. kıpkırmızı mobileti, pembe kaskı ve mavi pantolonuyla. tam bir özgür kadın modeliydi. çağrışım meleğim,  amelie’yi getirdi hemen hatırıma. 
özgüvenli ama ciddiydi. temkinliydi de üstelik. hemen girmedi solumuza. bir müddet sol arka teker hizamızda seyretti. sonuçta minibüs ve taksi şoförleri bir. iett şoförleri ikiydi. yolun hepsi kendininmiş hareket eden, kurallara canı istediğinde uyan, sağı ve solu belli olmayan her an tetikte olunması gereken istanbul harikalarıydı. 
Türk amelie, güvenli olduğuna emin olduktan sonra yanaştı yanımıza. kaskının ardından uçuşan kumral saçlarını, tüm ciddiyetine karşın yüzünden eksik olmayan sıcak bakışını ve her an kahkahayı basacakmış gibi gülen gözlerini bir beş dakika daha görseydim şayet şiir bile yazabilirdim. lakin işte, hayat böyle bir şeydi. dünyada sonsuz olan hiç bir şey yoktu. her güzel şey gibi bu da kısa sürdü. biz selimiye kadıköy sapağına girerken o kızıltoprak fenerbahçe yolunu seçti. hayat diyorum biraz da böyle bir şeydi. sonunda ne olduğunu bilemediğin keskin yol ayrımlarından oluşur. bizim amelie mesela, sola değil de bizimle birlikte sağa girmeyi tercih etseydi belki burada bambaşka şeylerden bahsedecektim. ama hayat işte..
.
yirmibir haziran, anadolu hisarı 2023
.