yarım düzinelik fotoğraf grubumuz üst güvertede pineklerken ben teknenin her bir metrekaresini değerlendirip istanbul kolleksiyonuma yeni fotoğraflar ekleme telaşındaydım. teknenin burnunda bir martı gibi vapur kovalarken arkamdan toy bir ses ;
- abi kenara fazla yanaşmayalım dedi.
aşırı dikkat etmeme rağmen isteği olsun diye iki adım geri attım ve dönüp "çok dikkat ediyorum ama haklısın" dedim gülerek. o da güldü.
- aslında yasak ama.. cümlesini tamamlamadan başka bir cümleye geçiş yaptı.
- fotoğrafçı mısın abi diye sordu.
kaptanın köşkünün hemen altında, deniz havası eşliğinde koyu bir sohbet böyle başladı e. kardeşimle. genç yaşlı fark etmez bilhassa metropoldeki yurdum insanına kolay kolay ısınamam. ama bu genç de temiz yüzünün, efendiliğinin yanı sıra başka bir şey vardı. ki çok geçmeden o da anlaşıldı. kökeni balkan coğrafyasıymış. dedeleri göçmüş ilkin. hala akrabaları varmış oralarda. baba mesleği olarak ticaret lisesine yazılmış. "ama kafam almadı be abi. istemedim muhasebeci olmak" dedi. asgari ücretle, yeri geldiğinde 12 saat çalışıyorlarmış burada. mesai? dedim. ses etmeden gülerek, kaşlarını yukarı kaldırdı yok anlamında. sunturlu bir küfür savurdum denizin ortasına doğru. yine gülerek, "üzülme abi ben zaten burada kalmayacağım. yunanistan'da, hollanda ve amerika'da akrabalarım var. planımı yaptım" dedi. yirmi yaşında bebe!
ülkeden ve gelecekten ümidi kesmiş yaban illerde istikbal arıyor.
"senin gibi genç olsaydım ben de giderdim şu durumda" dedim ama gider miydim gerçekten emin değilim?
yirmi yaşımdaki halimi düşündüm. üniversiteydim. ekonomik sıkıntılar, antidemokratik uygulamalar o vakit de had safhadaydı. lakin sadece ben değil etrafımdaki hiç bir arkadaşımın böyle bir düşüncesi yoktu.
"inşallah gönlüne göre olur her şey" dedim.
"ama hani olmazsa buralarda kalacaksan üniversite diplomanı mutlaka edin yaşın daha genç" diye de eskilerin bize tembihlediği gibi ben de ona tembih makamı çaldım.
yine güldü.
kendinden çok emin bir şekilde "benim planlarım var abi" dedi.
- o zaman o planların şerefine boğaza karşı bir fotoğrafını çekeyim dedim.
- çek be abi. hatıra olsun senden dedi.
tek ama dikkatli bir poz çektim.
güzel çıktı kerata.
- bir de galata kulesi'ne karşı çekeyim özledikçe buraları bakarsın dedim.
her daim gülen yüzü birden asıldı.
- benim galata ile işim olmaz abi ben fenerliyim dedi ciddi ciddi.
güldüm.
içimden takılmak geldi fenerbahçe'nin güncel durumuyla ilgili.
vazgeçtim. üzmek istemedim. telefonunu aldım. "akşam eve gidince atarım fotoğrafı " dedim.
- çok sevinirim abi dedi.
on bir bin adımlık geziden sonra bayılmışım tabi. akşam uyumak üzereyken fotoğrafı yollamadığım aklıma geldi. şimdiki gençler pek bilmezler!! (bu ülkede iktidar partisinden önce buzdolabı da, çamaşır makinesi de vardı! siyasetçiler şimdiki kadar aymaz ve iki yüzlü değillerdi. en azından sabah söyledikleriyle öğlen söyledikleri çelişmezdi.) ve vefa şimdiki gibi sadece bir semt adı değildi, verilen sözler de senetti, namustu. iki eli kanda da olsa insanın mutlaka tutulurdu. babadan atadan böyle gördük çünkü...
kalktım. apar topar fotoğrafları önce bilgisayara oradan da e. kardeşime yolladım. büyük fenerbahçeli E.ye diyerek. sonra da yattım.
cevabını bu sabah gördüm.
kibarca teşekkür edip çak babında (öyle olduğunu umut ediyorum) yumruk emojisi eklemiş.
Allah onun bahtını açık etsin. biz de kerevetine çıkalım.
amin.
.