sarışehir derler bir yerde kafedeyim. fotoğraf kursumun öğle arası. iki haftadır ritüelim aynı.
önce, bir karı kocanın işlettiği esnaf lokantasına uğruyorum. bir yandan yemeğimi yerken bir yandan da açık olan tvdeki yalan haberlerden çok lokantanın içindeki telaşı izlemek hoşuma gidiyor. misal bugün bir kaç yabancı geldi lokantaya. belki de vatandaştırlar bilmiyorum. bildiğim türkçeleri yok. biraz ingilizceleri var sanırım. fakat bizim garsonların da ingilizcesi yok. gogıl çevirileri var. bankonun ardında yemek dağıtan kız dışarıya servis yapan garsona bağırıyor;"ilyaass, kafi fut ne demek gogıla baksana"
ilyas içeri girerken cevaplıyor yemekçi kızı.
"tamam bakarım"
"bir de milk kafi var ilyas" diyor kız.
ilyas bu kez otuz iki dişiyle birden gülüyor.
"hee, bunu biliyorum gogıla gerek yok" diyor ve devam ediyor.
"bir de milk kafi var ilyas" diyor kız.
ilyas bu kez otuz iki dişiyle birden gülüyor.
"hee, bunu biliyorum gogıla gerek yok" diyor ve devam ediyor.
"milk süt demek. kafi de kahve. sütlü kahve. anneme söyle yapsın. türk kahvesi değil ama. neskafe"
demek çekirdek aile olarak çalışıyorlar. ne güzel. daha çok seviyorum bu lokantayı.
hesabı ödeyip çıkarken ilyas'a bakıyorum. dışarıdaki masada oturan yabancı müşterilerinin başında telefonunu kurcalıyordu. yanına gidip çeviri programının sesli özelliğinin olduğunu söylemek geçiyor içimden ama söylemiyorum.
demek çekirdek aile olarak çalışıyorlar. ne güzel. daha çok seviyorum bu lokantayı.
hesabı ödeyip çıkarken ilyas'a bakıyorum. dışarıdaki masada oturan yabancı müşterilerinin başında telefonunu kurcalıyordu. yanına gidip çeviri programının sesli özelliğinin olduğunu söylemek geçiyor içimden ama söylemiyorum.
sonra, bu altı pastane üstü kafe olan bu dükkana geliyorum. çay içip ekler çikolata yiyorum. mekan oldukça janjanlı. az evvelki esnaf lokantasının sıcaklığı ve samimiyetinin aksine gösterişli ama soğuk bir havası var. bir yerlere, bir şeylere özenildiği belli. lakin her türk müteşebbisinin yaptığı hatayı yapmışlar. " imaj her şey, içerik eh işte" prensibini benimsemişler. çayları iyi değil. eklerler idare eder.
çarşamba sessizliğinde oturuyorum. geçen hafta aynı saatlerde müşterisi boldu. şimdi tek müşteriyim.
boş salonda kâh okuyorum. kâh yazıyorum. bazen de pek bir manzarası olmayan pencereden yan binanın gri duvarına dalıp gidiyorum.
garsonun "bir isteğin var mı abi?" deyişiyle geri dönüyorum.
bu ani reflekse bütün düşüncelerim bir yerlere dağılıyorlar. toplayamıyorum.
'haftada bir gün iş. bir gün kurs. kalan koca bir boşlukta tutunduğum her şeyden ayrılıyorum bir bir. ya onlar beni bırakıyor. ya ben onları. sabahları hala yorgun uyanmalar. arada kalışlar. kararsızlıklar. ileriye bir adım atamayışlarım. zamanın eskisinden daha hızlı geçip gidiyor olması. ve benim ardından izlemelerim'.
garsonun "bir isteğin var mı abi?" deyişiyle geri dönüyorum.
bu ani reflekse bütün düşüncelerim bir yerlere dağılıyorlar. toplayamıyorum.
'haftada bir gün iş. bir gün kurs. kalan koca bir boşlukta tutunduğum her şeyden ayrılıyorum bir bir. ya onlar beni bırakıyor. ya ben onları. sabahları hala yorgun uyanmalar. arada kalışlar. kararsızlıklar. ileriye bir adım atamayışlarım. zamanın eskisinden daha hızlı geçip gidiyor olması. ve benim ardından izlemelerim'.
garson hala yüzüme bakıyor.
neden sonra bir cevap beklediğini anlıyorum. aynı densizliği bir daha yapmasın diye;
"hayır bir şey almayacağım, isteğim olursa ben seslenirim" diyorum kibarca.
"peki abi" diyor garson başını japonlar gibi öne eğerek. sonra da hızlı adımlarla aşağıya iniyor.
onun ardından bakarken ilyas olsa böyle yapmazdı diyorum..
neden sonra bir cevap beklediğini anlıyorum. aynı densizliği bir daha yapmasın diye;
"hayır bir şey almayacağım, isteğim olursa ben seslenirim" diyorum kibarca.
"peki abi" diyor garson başını japonlar gibi öne eğerek. sonra da hızlı adımlarla aşağıya iniyor.
onun ardından bakarken ilyas olsa böyle yapmazdı diyorum..
.