ben beklemedim o da gelmedi! - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

ben beklemedim o da gelmedi!



bakkalla arkadaşı konuşurken sordum. 
- terzi hep böyle geç mi gelir?
- bu saatlerde gelir normalde. işiniz acilse kahveye bırakın sonra alırsınız dedi bakkal efendi.
üst sokaktaki diğer işimi halledip alacaklı gibi gene terzinin dükkanının önüne dikildiğimde çaprazındaki kahvehanenin sahibi, uzun boylu, ince yüzlü, beyaz saçlı abi seslendi. 
- birazdan gelir, gel bir çay iç ayakta bekleme dedi. 
çok acil işim yoktu. hatta hiç işim yoktu. dünyaya zaman öldürmek için gelmiş insanlar gibi dolanıyordum kaç aydır.

saat on buçuk olmuş. terzi bey yok hala ortalıkta. bizim mahallenin terzileri de berberleri de pek bir tembeller. saat ondan evvel dükkan açanını görmedim daha. oysa bu terzi, en sevdiğim çantama süper cep yapmıştı zamanında, aynı çantanın kulpundaki sıkıntıları için geldim. ama yok. dükkan kapı duvar. adam sergen yalçın gibi yetenekli ama tembel.
...
kahvehanede bizden başka kimse yok. birbirimize adımızı bağışladığımız Aslan abi dertli. çok dertli. emekli. üç kuruş parayla bir de kendini ancak idare eden bu kahvehane ile ayakta kalmaya çalışıyor. yetmez gibi üzerine yağmur gibi çöken dertlerle boğuşuyor. sanki yüz yıldır kimse onu dinlememiş gibi anlatıyor. ama öyle tatlı anlatıyor ki dinlememek elde değil. 
çok zayıfladım diyor. siyah kazağının üstünden, olmayan göbeğini işaret ediyor. belki başkaları için küçük kendi için büyük olan parasal bir derdi paylaşıyor benimle. ama paranın yanında bir de onur mücadelesi veriyor. haksızlığa boyun eğmemeye çalışıyor. elindeki üç kuruşa göz dikmiş olan ama ismi lazım olmayan bir kuruma don kişot gibi karşı koymaya çalışıyor. 
arada laf karışıyor  fener'e, hükümete ve hayat pahalılığına sallıyoruz. depremden konuşuyoruz. gelecek olan ramazandan konuşuyoruz. saat nerdeyse on bir olacak. terzi düşüyor aklıma. çayımdan son yudumu alıp
- gelmemiş midir acaba diyerek ayaklanıyorum olmazsa ben sonra gelirim diye ilave ediyorum.
sağ omzuma dokunup geri oturtuyor beni.
- şimdi gelmesi lazım. az daha otur diyor. 
- peki geldiğini nasıl anlayacağız?
- çok sigara içer, camsız duvardaki pervaneyi gösteriyor. gelir gelmez pervaneyi çalıştırır diyor 
pervaneye bakıyorum dönmüyor.
mecbur aslan abiye dönüyorum.

- gece uyku muyku kalmadı. zayıfladım da çok diyor. 
ne diyeceğimi bilemiyorum. yine de aklımca teselli veriyorum. 
- sağlığından kıymetli değil ya, hem ucunda ölüm de yok. davayı kaybedersen paran gidecek en fazla diyorum. çocuklar yardım etmiyor mu diye soruyorum.
acı acı gülümsüyor. 
- ben onlara yardım ediyorum bu halimle diyor. 
susuyor birkaç saniye..
sonra
- sağlık tabi diyor. haklısın ama...
gerisi gelmiyor sözlerinin. gözlerini yerdeki ahşap parkelere dikiyor.
ben terzinin pervanesine bakıyorum. dönmüyor. aslan abiyi o halde bırakıp gidemiyorum da.
bir kaç arkadaşı arıyorum. yardımcı olabilir miyiz diye. yerdeki gözlerini bana doğrultuyor, yüzü güler gibi oluyor. ama bu umudu boşa çıkarmamak, hayal kırıklığı yaratmamak adına ortadan konuşuyorum arkadaşımla. renk vermemeye çalışıyorum. lakin soran gözleri, gözlerimde. ben telefonda uzun uzun anlatan arkadaşımı dinlerken o büyük bir su bardağına doldurduğu çayı önüme koyuyor. elimle kendi önüne koyduğu küçük bardağı işaret ediyorum.
görüşmemiz bittiğinde aslan abiye şansının olabileceğini ama tüm dökümlerini, ödemelerini mahkemeye sunması gerektiğini söylüyorum. 
- inşallah diyor. derdini boşaltmanın verdiği ferahlıkla biraz olsun gülümsüyor. 

ben yeniden terzinin duvarına bakıyorum. pervane hala dönmüyor. artık gitmek istediğimi anlıyor.
- terzi İsmail, benim hemşerim. iyi çocuktur da işte biraz tembel. 
- telefonu yok mu arasak diyorum. hem gelmeyecekse boşuna beklemeyeyim.
- gelir ya şimdi. tam zamanı. az daha bekle diyor 

saate bakıyorum on biri dokuz geçiyor. peki, bir on beş dakika daha bekleyelim o vakit deyip başımı açık olan televizyondan yana çeviriyorum. batan Avrupa bankaları, düşen dolar, yükselen altın, milli takım aday kadrosu, hafif esen poyraz derken aslan abinin ilk müşterileri geliyor. terzinin pervanesi hala dönmüyor. saat on biri yirmi iki geçiyor. çay parasını masaya bırakıp "aslan abi bana müsaade. sonra yine uğrarım" diyorum. 
aslan abi müşterilerinin arasından elini kaldırıyor, "gene gel ha" diyor.

dükkanın önünden geçerken son bir umut bitişiğindeki bakkala terzinin telefonunu soruyorum. 
"kapıda yazıyor" demez mi?
halbuki ilk seferde kapıya bakmıştım. dikkat etmedim herhalde diye düşündüm.
fakat kapıda maskesiz girilmez yazıyordu.
tam ayrılırken, en sağda demir parmakların ardında, camın üzerinde siyah boyayla yazılmış bir cep numarası gördüm
altıncı çalışta yarı uykulu bir ses "alouuv" dedi. 
- ustam dükkanın önünde bekliyorum ne zaman gelirsin diye sordum.
- on beş yirmi dakikayı bulur abi dedi.
"tamam" deyip telefonu kapadım. ama beklemedim.

.