9 kasım 2022-kırmızı gül :
test yaptırmadığım için devletin resmi kayıtlarına bronşit olarak geçse de literatür belirtilerinden anladığıma göre ilk covidimi olmuştum. ilk üç gün, üç aşılı olmama rağmen zorlu ve ağrılı geçti. halsizlik, baş ve sırt ağrısı bugün de devam ediyor. ama ilk günlere nazaran iyiyim. beynimi ve vücudumu meşgul etmezsem sıkıntım artıyor. o yüzden işe yaramayan, eve taşındığımdan beri kör noktada, ergonomik olmayan biçimde duran üçlü prizi ergonomik yerde ama tekli olan prizle değiştirme işi icat ettim. icadı yaparken televizyonda müzik aradım. TRT müzik çıktı. bir kaç müzeyyen senar şarkısı çalarken içeri girip çıktım. sonra arkada bir abi kırmızı gülü on defa okuduğunu anlatıyor. şarkı yok, tını yok. sadece anlatıyor. normalde on defa kapatırdım ama muhabbetteki samimiyet beni kendine çekti sanırım. bir yandan elimdeki işi yaparken bir yandan hikayeyi dinlemeye koyuldum. sonra sonra abinin erzurum radyosundan muharrem akkuş olduğunu öğrendim. ilk kez duydum, dinledim. şivesine, türkçesine, tevazusuna, yüzünden yansıyan ışığa kısacası insanlığına hayran oldum. sonra yine hakkında konuşan iş arkadaşlarının, onu tanıyanların samimi söylemlerini duydum. tüylerim diken diken oldu. üşüdüğümü hissettim. kıskanmak demeyelim de acayip imrendim muharrem abiye. yine hazan mevsimi'ne, hoş bir sadaya bağladım olayı. kim istemez ki?
hem onun adına sevindim. hem öykündüm. bir insan dedim dünyada daha ne ister ki. hayattayken hem de.. bu kadar güzel söz. saygı. sevgi. hürmet..
sonra hanımefendi (akkuş abinin eşi) girdi kadraja. birliktelikleri. aşkla bakışmaları.
o bir kaç saniye.
aşk..
ahh. mine'l-aşk ve mine'l garaib.
nihayetinde onu anlatanlardan bir kadın sanatçımız şöyle tanımladı muharrem akkuş'u..
erzurum'un kırmızı gül'ü, sarı gelin'i, atabarı, balası.
ben de uzaktan uzaktan şöyle demek istedim kendisine;
ibrahim abi seni böyle gıyabında, yirmi otuz dakikada, tv ekranından tanıdım ama sen ne güzel bir abimizsin.
11 kasım 2022-bakalemun diyordun abi?
aç tavuk kendini darı ambarında mı sanırmış yoksa görmemişin oğlu olunca pipisini mi koparırmış yahut minareyi çalan önce kılıfını mı arar? bilemedim şimdi. bronşit, covid, üçlü virüs, beşli çete, altılı masa. memleketin yoğun gündeminde hasta olmadan yaşamak mucize. tek sorun tanısı olmayan hastalık. yine de ve çok da dert etmeden nilüfer'den bir şarkı koydum. İspanyol meyhanesi. ben ki ağzıma içki sürmem. ama bu şarkı diyorum bayım. çok dikkatinizi çekerim. yalnız nilüfer'den dinlenince adama her şeyi yaptırır!
yeter yeter
öleceksek ölelim
haydi vur kendini şaraba diyor
ve yine iddiam odur ki sayın hakim, nilüfer'den daha güzel kimse söyleyemez bu şarkıyı. bazı şarkılar öyledir. yüz kişi söyler ama bir kişiye yakışır. misal lale devri sibel can.
şarkı bitince tv'de organize işler sazan sarmalını gördüm. izlediğim halde oturdum bir daha izledim. çünkü gülmemiz de lazımdı ağlanacak halimize. çok da güldüm. hatta ilk izlediğimde bu kadar gülmemiştim. şimdi işte organize işlerin birincisini de izledim.
zamanında süperman gibi çok temizdik biz de. ama çabuk kirlendik. şimdi o kadar kirlendik ki kir göstermiyoruz. ama hala gülebiliyoruz. çünkü hala umut etmek istiyoruz.
...
12 kasım 2022-esnafluk kalmadi :
eskiden olsa canhıraş koşardım. aksine bu sefer adımlarımı daha da yavaşlattım. gideceğim yer kaçmıyordu nasılsa. ilginç olan bu yavaşlıktan tuhaf bir keyif aldığım. bu anın keyfini çıkardım adeta. dörtlü vagonun kaçmasına göz yumdum. sekizliyi beklemeye koyuldum metro karanlığında.
..
tren tahminimden çok kalabalık. hafta içi, saat on bire geliyor. işine okuluna giden gitmiş olmalı. peki bu kadar insan neden ve nereden geliyorlar?
aslında tam bir tecahül-i arif durumu. bal gibi biliyoruz durumu. biraz da sanki tecavüzden zevk alma durumu. alışmışın beter halleri yahut. yıllardır çünkü alıştığımız, alıştırıldığımız gibi sanki biri doğar doğmaz kulağımıza "büyükşehirde hızlı olmazsan kurda kuşa yem olursun" lafzını fısıldamış da o yüzden kafası kopmuş tavuklar misali oradan oraya koşturduğumuz gibi başka bir ezber bu soru da. çünkü İstanbul artık ve sadece kadim anadolu coğrafyasının "altın madeni" değil yakın ve uzak doğunun da umudu. e biz de mevlana gibiyiz!
cümlenin bundan sonrasını akıllı izleyiciler fill in the blankslesin. malum yasalar, yönetmelikler, corc orvelller 1984'ler falan. ama ve haşa ırkçı yaftası da yemek istemem. sadece control. ünlü düşünür pink floyd şarkısında olduğu gibi az biraz set the control.
kapiş!
.
şimdi kadıköy çarşıdayım. devamlı alışveriş yaptığım rizeli parfümcüde. geçen sene x liraya aldığım 20 yıldır kullandığım parfüm şimdi 4x lira. yüzde 400 zam. almadım. 20 yıllık parfümümü değiştirdim daha hesaplısını aldım. rizeli hemşeruma böyle giderse seneye artık tütün kolonyası ya da gülsuyuna döneceğum ha dedim.
haklusun haçan. bizu dedi bu durumlara düşürenler utansun. ben dedi sattuğum parfümün parasına yenisinu alıp koyamayrum ha bu tezgaha. esnafluk kalmadi valla. can çekişiruz ha burada. can... sesumuzu duyan yok.
.
esasında kimse kimseye yetiştiremiyor sesini. devir fena. zaman kötü. ne maşuk duyuyor aşığın sesini, ne aşık maşuğu. ne çocuk ebeveynini, ne de öğrenci öğretmenini. siyasete hiç girmiyorum. girersem çünkü...
herkes burnunun dikinde. bildiğini okuyor. bilmediğine ahkam kesiyor. ukalalık, bencillik, çiğlik diz boyu. eski bayramları, eski insanları aradığım günleri özlüyorum!
sonumuz böyle ne olacak? bilmiyorum ama.
hayr'olsun doktor. hayr'olsun...
...
29 kasım 2022-müziksiz ve çaysız yaşayamayanlar:
yine doktordayım. üç dört hafta önceki tahlillerimi ancak gösterebildim. randevu alıp iptal etmeden gelmeyenlerin üç milyon olduğu cennet yurdumda ancak randevu bulabildim. (halbuki çözüm çok basit randevusunu iptal etmeden gelmemezlik yapanlara hentboldaki iki dakika cezası gibi 15 gün ya da insafa göre 30 gün randevu alamama cezası vereceksin. olmadı taksimde... şaka tabi bu. ama milletimiz bundan anlıyor doktor. benim aklıma gelen çözüm bu da memleketin her alanında baştan ayağa bir saygısızlık, bir bencillik, bir hak gözetmesizlik, bir amerikanvari bireysellik, fırsatçılık, kendi çöpümüzü görmeyip başkalarının sonbahar yapraklarına laf etmek falan bilmiyorum insan düşünürken bile yoruluyor.) amma uzun parantez oldu.
doktordaydım diyorum. ışıklı tabelada başkasının adı vardı ama bekleyen benden başka kimse yoktu. kapıyı tıklattım. "hocam önümde 2 kişi gözüküyor ama etrafımda bekleyen kimse yok gelebilir miyim" dedim. buyrun dedi. karşısındaki sandalyeyi eliyle işaret etti. oturdum. tc kimliğimin son iki rakamını sordu. yine aynı boşluğa düştüm. on bir rakam papağan gibi ezberimdeydi ama son iki rakam deyince afalladım. içimden on bir rakamı saydım son ikisini bulup söyledim. sonra da şikayetimi ve aslında bir ay önce başka doktora geldiğimi onun tavırlarımı beğenmediğimden ona gitmediğimi değil de randevu zorluğundan kendisine geldiğimi anlattım kısaca. diğer doktorun istediği sonuçları gösterdim. hmm, hmm diyerek dikkatle inceledi tahlilleri. bir ilaç yazdı. on beş gün sonra tekrar görüşelim dedi. ama bu sürede çay, kahve ve baharatı mümkün mertebe azaltmalısın dedi. dünya başıma yıkıldı. kahve baharat tamam da çay??
bir balığa 15 gün suda değil de kumsalda takıl demek gibi bir şeydi bu. beden dilim dışında itiraz edemedim. zira bilime son derece saygılıydım. boynum kıldan inceydi. teşekkür edip dışarı çıkınca fark ettim ki kablosuz kulaklıklarım kulağımdaydı. hem güldüm hem küfrettim bu sersemliğime. allah'tan sgk doktorlarının büyük ekserisi yüzünüze bakmadığı için bu aymazlığım yüzüme vurulmadı. diplomatik bir kriz son anda önlendi. sadece kişisel tarihimin tozlu sayfalarına önemsiz bir vaka olarak işlendi.
...
26 kasım 2022- aylaklığın tarihi :
çok sevdiğim yeditepe istanbul dizisinde yusuf gülseçen bir yandan hayata ve zuhal olcay'a tutunmaya çalışırken bir yandan da mahallenin romanını yani sazanların tarihi'ni yazma çalışıyordu. ve romanın başında yahut bir yerinde şöyle diyordu yusuf;
"sırf başlayıp bitirebildiğim bir hikayem olsun diye. bıktım
ardımda yarım kalmış hikayeler taşımaktan. anlamlarını bilmeden dinleyip
sevdiğimiz şarkılar var ya, işte biz böyleyiz. sesin kıvrılıp inceldiği yerde
ıslanıyor gözlerimiz."
baktığımda bu blog (ki tam da yeditepe istanbulu izlemeye başladığımda açıldı) benim tek hikayem. başladım. devam ediyorum. zaman zaman dellendim, bitirmeye niyetlendim. ama olmadı. lakin tek hikayemin bu olmasını istemiyorum. ister kibir deyin ister narsistlik bundan daha fazlası olduğumu biliyorum. lakin çok tembelim doktor. ya da ve çoğu zaman çok yorgun. yahut yolunu kaybetmiş. veya bıkmış bir vaziyetteyim.
şimdi işte bugünlerde, yakın zamanda aldığım karar gereği haftanın bir günü dışında bir sürü boş günüm var. ve bu aylaklıkta vakit yetmiyor. arsız bir çocuk gibi oradan oraya saldırıyorum ama en uygun uğraşı bulabilmiş değilim. aylaklık sanatı nasıl başarıyla icra edilmez, hakkı verilmez, kendimi bu düsturun iki ayaklı bir simgesi gibi hissediyor ve dolanıyorum ortalıklarda. fotoğrafçılık kurslarından, ispanyolca ve italyanca kurslarına heveslenip kapağı yazarlık atölyesine mi atsam acaba dilemmasında dolanırken sevgili bilader'ime ve bir kaç iyi okuruma kulak verip on dört yıllık şahsi müfredatımdan bir kitap çalışmasına mı evrilsem, o kadar yıl yazdık elimizde bari bir tutamlık, iki koklamalık basılı bir matbuat olsa fena mı olur diyorum. diyorum ama ekim bitmişken kasım gelip geçerken ben hala kararsızım! yaklaşık bir aydır yukarıdaki faaliyetlerin hiç biri için bir motivasyon bulabilmiş değilim. ha belki bu durumum siz sayın okuyuculara "lan herif bulmuş da bunamış" ya da şımarıklık yapıyor gibi gözükebilir öyle uzaktan. lakin buraya yazmamın nedeni, hani utanıp da belki harekete geçerim diye. bir de işte yazan okuyan hepimizin yaptığı gibi geleceğe ve geçmişe günlük hep bu satırlar. hep aynı. hep aynı!
...
30 kasım 2022 - alkışlarla yaşayanlar
niye ve hangi bilinçaltı duygumla bilmem ama sabah uyandığımda kafamda ferdi tayfur'un geçen yıl bu zamanlar diye giden şarkısı dönüyordu. allah için çok güzel zamanlardı geçen yıl bu zamanlar. ama ben bu yılın bu zamanından, hoşuma giden bir iki şeyi cengiz kurtoğlu'dan duyanlara duymanlara şarkısı eşliğinde ilan edeceğim. hani dilber hala timsali "ben lafımı ortaya gorum, beğenen alır geder, beğenmeyen bırakır gaçar." hesabı..
* ilk bahsedeceğim bu kadar zaman niye kendime sakladığımı bilmediğim bir kültür-edebiyat fanzini diye adlandıracağım ve onur çalı'nın yönlendirdiği parşömen edebiyat isimli blog. bir çok kitabın, filmin varlığından bu blog sayesinde haberdar oldum. İlgilenen herkese sevgiyle ve hararetle tavsiye ediyorum.
* bir diğer ilelebet takipçisi olduğum blog yazarı, jurnalist, hisler ve gerçekler bulvarının kadını diyebileceğim elif key. medium.comdan beri ailecek seviyor ve izliyorduk. kaç vakittir yazmıyordu sonra bir baktık ki, tebdili mekan yapmış.
öncelikle hayırlı olsun. uzun yıllar tedbili mekan eylemeden, sağlıkla ve sıklıkla yazar inşallah. lakin kendisine küçük bir eleştirim olacak. hoş blogunu yoruma kapatmış bir faniyi ne kadar dikkate alır bilemem ama günah benden gitsin ve olacaksa da benim bir yüzüm kara olsun. olsun gözüm, olsun. ne olacaksa olsun!
şimdi elif key'in çetele isimli blogunda bazı yazılar halka açık ve bazı yazılar ile yorum yapmak "paralı". elbet memleketim beş şeritli otoyolları gibi yazıları akıp gidiyor, betimleme manzaraları harika, sizi katık ettiği yolda giderken bünyede oluşturduğu içsel devinimler falan hep başarılı. hep sarsıcı. hep düşündürücü ve sorgulatıcı. zaman zaman acımtırak bazen de bıyık altından müstehzi gülümsetici falan. tamam eyvallah. bir emek var ki ortada çok güzel, takdir edilesi. bildiğim ve gördüğüm kadarı ile takipçi sayısı da hatırı sayılır. ve çok anlamasam da yine bilebildiğim kadarı ile google adsense vb reklamlarla emeğinin karşılığı alabilcekken bu "amerikavari" tutum ya da bizim nasreddin hoca gibi "paraya veren düdüğü çalar" durumunu anlamakta güçlük çektim. dediğim gibi teknolojiye, yeni nesil trendlere çok açık değilim. belki yeni nesil yazarlık böyle olacak. sonuçta dağa küsen fare misali içerledim. yalan yok. elbet kendince haklı sebepleri vardır. saygı duyarım. eleştirimi de yaparım.
ha unutmadan şunu da belirteyim öğrenci ve emekliye promosyonu var allah için. şayet maille belirtirseniz. ben o hakkımı kullanmak istemedim. lost adasına, dr. jack'e gittim kafamda bir an için ve "ya yalnız ölürüz ya da birlikte yaşarız" gibi tuzlu su romantikliği yaptım belki!
ama siz yine de takip edin, en azından halka açık yazılarından faydalanın ve bunun için bile teşekkürünüzü, şükran ve iyi niyetlerinizi iletin ki uzay boşluğunda kaybolmadığını, bir yerlere dokunduğunu bilsin yazdıklarının. çünkü onun yazmaya bizim de onu okumaya ihtiyacımız var. evet böyle. houston?
* son alkışımız da erenköy semt polikliniğindeki dahiliye mütehassısımız uzman doktor sayın mehmet kutlu için. nasıl ki eleştiri, sitem ve yergilerimizi "patrona" iletiyorsak övgü ve güzellikleri de etrafımıza bildirmek gibi bir vazifemiz olduğunu düşünüyorum. bu itibarla gerçi e-nabız ve sabim aracılığı ile kendisiyle ilgili beş yıldızımı iletsem de hani olur da yolu buraya ve hastaneye düşecek olanların (allah düşürmesin) ve o taraflarda hekim kararsızlığı yaşayanlar için devlet hastanelerinde çok az bulunur tevazu, ilgi ve beyefendilik için mehmet beyi öneririm. ben mesela iki adım yanımdaki hastane yerine her seferinde fiziken uzak ama manen yakın bu abimize giderim. siz de gidin derim.
.