beş vakit - 28 - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

beş vakit - 28

 



sabah:
iki tahlil arasında dört saatim vardı. karnım açtı. anatolia derler bir avmye girdim. ilk gördüğüm özsüttü. kahvaltılık bir şey aradım. tabak verelim dedi garson. tabaktakilerin yarısını yemediğim için israfa gerek yoktu. zaten fiyatından da haberim yoktu. börek çörek yok mu bir şey dedim. poşete sarılı su böreğini gösterdi. yüzümü ekşittim. menü vereyim dedi. verdi. elimi yaktı. hem ağzıma layık bir şey yoktu. hem de bir tabağa 295 TL verecek cesaretim yoktu. garsona dedim almayayım. yürüdüm. camekanda poğaçalar olan bir dükkan gördüm. fırın sanatıymış adı. lakin sade poğaçası yokmuş. mecbur dereotlu , kaşarlı aldım birer tane. yanına bir kupa da çay. dere otlusu iyiydi. kaşarlıyı yorumsuz bıraktım. poğaçalar çaydan önce bitti. içerisi kasvetliydi. dışarıda yine şahane bir güneş vardı. dedim bardağınızı alıp çayı dışarıda içebilir miyim? daha yaşlı olan abla "olur tabi" dedi. genç olanı "getirirsiniz ama değil mi" diye sordu. elbette ki dedim. iki elim kanda bile olsa. genç olanı güldü. yaşlı olanı teşbihimi beğenmeyen bir ifade takındı. ama kızmadı. anaç bir tavırla, kötüyü çağırma evladım der gibiydi daha çok. ama işte kan çoktan akmış. sol dirsek içim morarmıştı. en fazla yirmi üçündeki hemşire yasal şırıngasıyla kolumu delmişti. içeride daha fazla oyalanmadım. teşekkür edip güneşe koştum hemen.
.

öğle:
yıllardır Ikea aşağı, Ikea yukarı derler, duyarım. ama ve hafızam beni yanıltmıyorsa hiç gitmedim bu isveç mamulüne! bugün işte boş vaktim çok olunca, ilk kez girdim kapısından. kapıda süslü plastik çam ağaçları vardı. girişte oturma grupları. koridorlarda el ele evlenecek çiftler, yorgun evli çiftler, emekli amca ve teyzeler. 29.99 liralık vanilyalı mum koklayan kadınlar sonra. yüksek topuk sesleri. sarı lacivert alışveriş torbaları. iki buçuk turdan sonra sıkıldım. çıktım. yemek için çatı katına çıktım. sipariş vermeden önce telefonuna gelen tahlil hazırlık formuna baktım. şok oldum. aç girmeliymişim içeri. şimdi işte, teras katta şaşal suyun içine saldığım supradyni içiyorum.

ikindi:
yorgunum. sanki büyük bir savaştan çıkmış gibiyim. üstelik karnım aç. ultrason çekimi başarılı geçti. şimdi metronun en önünde, sağ kapıya sırtımı dayadım ve bir vagon dolusu insanla evime dönüyorum.
saat on beşi biraz geçiyor. bu kadar insanın hiç mi işi gücü yok. her yaştan, hatta ve neredeyse her şehirden ve bazı ülkelerden onlarca kafa görüyorum.
hepsi mi pazarlamacı, hepsi mi mobil çalışıyor? hepsi mi öğrenci? hepsi mi hasta? hepsi mi pazara gidiyor?
nedir İbrahim?
nerden geldik, nereye gidiyoruz?
neden bu kadar kalabalığız?
ve ben niçin terk edemiyorum bu küstah şehri?

akşam : 
masumiyet ve kader filmleriyle pik yapan zeki demirkubuz sinemasından bulantı-(2015) filmini izledim. izlediğim en sıkıcı demirkubuz filmiydi. enteresan olan ise, kaç kere niyetlensem de filmi yarıda bırakamamamdı. öyle böyle sonunu ettim. filmin ya da demirkubuz'un derdini tam anlatamadığını düşünüyorum. eksik ya da havada asılı duran, yerine oturmayan bir şeyler vardı. akmıyor. tıkanıyor. ercan kesal ve çağlar çorumlu da renk katsın diye dahil edilmiş sanki filme. diyaloglar ayrı mıy mıy, ses ayrı mıy mıy. ama bu bir türlü çıkmayan ve anlaşılamayan ses türk filmlerinin genel kabızlığı. doğal ses ortamı yapacağım diye kulağımız ekrana yapışık izliyoruz. yahut bulabilirsek Türkçe altyazılı türk filmi! 
neyse, filmden aklımda kalan, bir başkadır dizisinde oyunculuğuna hayran olduğum öykü karayel'in yine başarılı oyunculuğu. kapıcının küçük oğlunun sırtından çıkarmadığı beşiktaş forması. her demirkubuz filminde olduğu gibi yine kendi kendine açılan kapı. filmle eşdeğer sıkıcılıktaki edebiyat dersi. keza kibirli bir edebiyat profesörünü canlandıran ve fena olmamış dedirten zeki demirkubuz'un oyunculuğu. evet hepsi bu.

yatsı:
kaç vakittir zarifoğlu'nu elime almamıştım. bu akşam açtığım ilk sayfadaki bir paragraf resmen zülfiyare dokundu. bu nasıl bir kesişmedir, tesadüf etmektir yahut çarpışmadır bilmiyorum ama işte tam yerine rast geldi! tam yerine..

"size anlatmayı asla denemediğim fakat yazdıklarımın içinde sezdiğiniz  m. kabusunu -bu kez de üstünkörü ve gevezelikle atlattım. korkakça.- oda arkadaşına oyun oynamış bir deli gibi mutluyum. bu sayfaların içindekiler yalnız sizde kalsın. çünkü bizler böyle değişik durur, geçmişin teriyle savaşırız."
.
.