sabah:
iki tahlil arasında dört saatim vardı. karnım açtı. anatolia derler bir avmye girdim. ilk gördüğüm özsüttü. kahvaltılık bir şey aradım. tabak verelim dedi garson. tabaktakilerin yarısını yemediğim için israfa gerek yoktu. zaten fiyatından da haberim yoktu. börek çörek yok mu bir şey dedim. poşete sarılı su böreğini gösterdi. yüzümü ekşittim. menü vereyim dedi. verdi. elimi yaktı. hem ağzıma layık bir şey yoktu. hem de bir tabağa 295 TL verecek cesaretim yoktu. garsona dedim almayayım. yürüdüm. camekanda poğaçalar olan bir dükkan gördüm. fırın sanatıymış adı. lakin sade poğaçası yokmuş. mecbur dereotlu , kaşarlı aldım birer tane. yanına bir kupa da çay. dere otlusu iyiydi. kaşarlıyı yorumsuz bıraktım. poğaçalar çaydan önce bitti. içerisi kasvetliydi. dışarıda yine şahane bir güneş vardı. dedim bardağınızı alıp çayı dışarıda içebilir miyim? daha yaşlı olan abla "olur tabi" dedi. genç olanı "getirirsiniz ama değil mi" diye sordu. elbette ki dedim. iki elim kanda bile olsa. genç olanı güldü. yaşlı olanı teşbihimi beğenmeyen bir ifade takındı. ama kızmadı. anaç bir tavırla, kötüyü çağırma evladım der gibiydi daha çok. ama işte kan çoktan akmış. sol dirsek içim morarmıştı. en fazla yirmi üçündeki hemşire yasal şırıngasıyla kolumu delmişti. içeride daha fazla oyalanmadım. teşekkür edip güneşe koştum hemen.
.
öğle:
yıllardır Ikea aşağı, Ikea yukarı derler, duyarım. ama ve hafızam beni yanıltmıyorsa hiç gitmedim bu isveç mamulüne! bugün işte boş vaktim çok olunca, ilk kez girdim kapısından. kapıda süslü plastik çam ağaçları vardı. girişte oturma grupları. koridorlarda el ele evlenecek çiftler, yorgun evli çiftler, emekli amca ve teyzeler. 29.99 liralık vanilyalı mum koklayan kadınlar sonra. yüksek topuk sesleri. sarı lacivert alışveriş torbaları. iki buçuk turdan sonra sıkıldım. çıktım. yemek için çatı katına çıktım. sipariş vermeden önce telefonuna gelen tahlil hazırlık formuna baktım. şok oldum. aç girmeliymişim içeri. şimdi işte, teras katta şaşal suyun içine saldığım supradyni içiyorum.
saat on beşi biraz geçiyor. bu kadar insanın hiç mi işi gücü yok. her yaştan, hatta ve neredeyse her şehirden ve bazı ülkelerden onlarca kafa görüyorum.
hepsi mi pazarlamacı, hepsi mi mobil çalışıyor? hepsi mi öğrenci? hepsi mi hasta? hepsi mi pazara gidiyor?
nedir İbrahim?
nerden geldik, nereye gidiyoruz?
neden bu kadar kalabalığız?
ve ben niçin terk edemiyorum bu küstah şehri?