bazı şeyler : 190 - 194 kasımpatılara bak , ne güzel açmışlar? - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

bazı şeyler : 190 - 194 kasımpatılara bak , ne güzel açmışlar?


190  - kasımpatılara bak:
bunu söylediğinde arkama bakmadan itiraz ettim.
-papatya değil mi onlar?
cevabı kesin ve tek kelimeydi;
- kasımpatı..
annenin sözü üzerine daha söz olmazdı. ancak cahilliğime yanabilirdim. çiçek cahili olduğumu bilirdim de kör cahil olduğumu bilmezdim. çiçek namına bir papatyaları, bir gülleri, bir de işte bizim köyün günebakanlarını bilirdim.
daha mezarlığa girer girmez fark etmiştim aslında onları. bu kadar büyük beyaz papatyaları da ilk defa görüyordum!
tam biz de alıp ekelim bu papatyalardan diyecekken bilmeden yüzüme vurdu cahilliğimi.
- kasımpatılar, ne güzel açmışlar dedi.
söyleyişi öylesine içten, öyle etkiliydi ki; ses tellerinden adeta şefkat ve sevgi akıyordu.  
mezarın çıkan, yerinden oynayan mermer taşlarını yapıştırmakla uğraşırken telefonuma çağrılar, mesajlar dolmuş. oysa telefondan ve teknolojiden bazen bilinçli olarak uzak durmak istiyorum. lakin çok uzağa gidemiyorum..


..

191 - duymak istiyorum:
mezarlık çıkışı, "ablana da uğrar mıyız ?"dedi. acil ve yapacak daha iyi bir işim yoktu. 
uğradık. ablam en sevdiğim böreği, ıspanaklıyı yapmış. belli ki planlar önceden yapılmış. karnım tok olmasına rağmen kolesterolümü zıplatacak kadar yedim. çayımı içtim. mesajları da o vakit gördüm. biri part time patronumdan, ikisi elemanlardan. biri de bilader'den gelmiş mesajın.
müsait misin demiş.
bilader'le karabatak gibi bir kaybeder bir buluruz birbirimizi.
yorumları kapattığından kelli kendi derdime düştüm, ihmal ettim.
eve dönüş yolunda, aradım. doğrusu ben sordum bu kez.
müsait misin?
aradı.
cemali'ye bağlamış,  "sesini duymak istedim bilader" dedi sitemden arî, tüm sevecenliği ve kendine has üslubuyla. trafik stresim yüzden sıfıra indi o an.
on altı dakika elli üç saniye konuştuk. doğrusu ben anlattım o dinledi. daha konuşurdum da benim gibi aylak değil adam, işi var gücü var, müşterileri var. tadında bıraktık.
yanına varma işini de ilkbahara bıraktık. artık kısmet!

192 - leylim leylim:
günlerdir çantamda iki kitap, iki de evde dört kitabı birden okumaya çalışıyorum. ikisi hikaye, biri novella bir de prangalı arif'in leyla'sına mektupları.
günlerdir elimde, çantamda dolanıyorlar benimle. önceki gün adalar'a nazar ederken beş mayıs 1954'te yazılmış bir cümlenin günümüz dünyasından da ayrılamayacağını düşünmüş, altını çizmiş ve bloga da yazarım bunu demiştim.
şimdi işte o vakit bu vakit;
"ve biz, milyarlarca aşkın, yalanın, alçaklığın kahramanlığın, kapıları, kapakları, kuş uçurmaz uzaklıkları ve ayrılıklarıyla, kahrolası yasaklarıyla, bu acayip kaos karanlığında, biz ikimiz.." 

193 - kasımda(14):
insanlar sahilde.
kararlı. bisiklete binmişler. yahut koşar adım yürüyorlar. kuşlar bile. bir ben, bir de güneş ikilemlerdeyiz.
kararsızız..

halbuki tıka basa dolmuşta maske takan tek insanım.

güneşin çıkmasını en çok isteyen ilk yüz insandan biriyim.

ne yapacağını bilmeyen on binlerden biriyim.

bu sabah adalar'a deniz seviyesinden bakıyorum.
aklımdan ne geçmesini istiyorum, bilmiyorum.

canım sıkkın. beltur'un çayı bayatlamış. hayattan ve çaydan soğuttular

aylaklığın böyle sıkıcı olacağını hiç düşünmemiştim. lakin sıkıntının aylaklık olmadığını düşünüyorum.

ama ve sanki cevap onlardaymış gibi adalar'a dönüyorum yüzümü. bir yanıt verecekmişçesine ısrarla bir adalar'a, bir uzun yol gemilerine bakıyorum.
ses yok!

oysa, uzun bir hasretlik türküsü gibi yazasım var. ama ve lakin elimi ve kolumu bağlayan da bir şey var.
bu kasım diyorum şaşkın, kararsız ve bedbahtım.

194 - evde:
pencereden güneye bakıyorum
iki apartman arasında deniz
denizde bir karartı
balıkçı teknesi yahut siyah bir gemi
boşluktan on-on beş saniyede geçip kayboluyor
hayat diyorum aslında; işte bu kadar kısa

.
ane brun - all my tears