voltran iç ve dış ticaret - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

voltran iç ve dış ticaret


muhsin geldi ankara'dan. nam-ı diğer voltran muhsin. istanbul üniversitesi’nden okul, kartezyenoğulları plazadan dört buçuk yıllık iş arkadaşım. yaklaşık beş yıldır görmemiştim onu.  bu sabah ben doktordayken mesaj atmış.

"kadıköy'deyim mito. akşama kadar buradayım. akşam 9 uçağıyla londra'ya uçuyorum. bugün mutlaka buluşalım" yazmış.

işyerinden tam gün izin almıştım. canım da sıkkındı zaten. on bir buçuk gibi kadıköy'deki nazım hikmet kültür merkezi'nde buluştuk. biraz kilo almış, sakal bırakmış, saçları da uzatıp arkadan at kuyruğu yapmış. hiç onun tarzı olmayan şeyler. ben daha bu fiziksel değişikliğini sormaya fırsat vermeden, götünü sandalyeye koyar koymaz ;

- bu sefer parayı bulduk mito. paraya para demeyeceğiz oğlum dedi.

bu lafı ilk söylediğinde 2004 kışı sert geçiyordu istanbul'da. 

daha şubat gelmeden dört kez erkenden bırakmışlardı bizi gayrettepe'deki merkez binadan. barbaros bulvarı'ndan beşiktaş iskeleye, denizden esen rüzgara ve tipiye karşı yürürdük.
o yürümelerin ikincisiydi. muhsin, metin ve ben. her zamanki gibi yine birlikte iniyorduk beşiktaş'a. ayrılmaz üçlüydük. her yere birlikte giderdik. yemeğe, maça. tıraşa bile. yaklaşık beş yüz kişinin çalıştığı plazada yapışık üçüzler gibiydik. 3M diyorlardı bize. hatta muhsin abartıp koç'tan reklam parası istemeye kadar götürdü işi. hiç bir şey alamadı tabi. bırakın parayı, cevap bile vermediler. ama muhsin'di bu. vazgeçmek kitabında yazmıyordu. içimizde en girişimci olan, iki yabancı dili çok iyi derecede bilen ve koç burcunun hakkını veren oydu. doğuştan liderdi. girişimcilik virüsünü bize de bulaştırmaya çalışıyordu.

"bir silkinin, kendinize gelin be oğlum. gelecek ithalat-ihracatta. ucuza alıp pahalıya satacağız. otuz yıl boyunca burada veliefendi'nin atları gibi sabah akşam turnikeden mi geçeceksiniz" derdi. kanımıza girerdi. kısa yoldan ama namusuyla köşeyi dönmenin hesaplarını yapardı. hepimizin farklı maharetleri vardı tabi. ben maliyeci babamın etkisi ve özel merakımdan da dolayı vergi ve mevzuat konularında iyiydim. metin'in de babasının batırmadan önceki işleri dolayısı ile çevresi çok genişti. pazarlamaya dili de fiziği de yatkındı. son derece prezantabl idi. muhsin zaten doğuştan lider bir girişimciydi. güçlerimizi birleştirmeliyiz, voltran'ı oluşturmalıyız deyip dururdu iki de bir. bu yüzden bir süre sonra aramızda voltran demeye başladık muhsin'e. voltran aşağı voltran yukarı.önceleri garipsese de sonradan sahip çıktı bu lakaba. bir bayrak,bir marka gibi taşıdı sırtında muhsin. hatta şirketin isminin 3m group voltan iç ve dış ticaret olması için yoğun baskı yaptı bize.
...

işten erken çıktığımız o karlı gün işte, barbaros bulvarı'na doğru yürürken tam dedeman otel'in önünde patlattı bombayı muhsin. 

- çinlilerle iş bağlantısı yaptım. paranın amına koyacağız beyler. hazırlanın voltran'ı oluşturuyoruz.

fırtına öncesi sessizlik oldu adeta aramızda. zaten soğuk olan ortam iyice buz kesti. iki üç haftada bir bu tarz haberlerle geldiği ve bir sonuç alamadığımız için önce ciddiye almadık herzeyi. ama ısrarcıydı muhsin. üstelik önceki girişimlerin hiçbirinde bu kadar heyecanlı, bu kadar ihtiraslı ve iddialı değildi.

- alooo kime diyorum. ne diyorum oğlum ben? bağlantı. çinliler. napolyon. mani mani mani dedi baş parmağını işaret ve orta parmağı üzerinde ileri geri gezdirerek.

- her zaman ki karavanalarından biridir oğlum dedi metin. ciddi işlerle gel bize.
doğru söylüyor diyerek metin'e arka çıktım ben de.

-oğlum bugüne kadar hiç çinlilerle ilgili bir proje paylaştım mı size? biraz ekonomiyi, piyasaları takip etseniz çin pazarının ne kadar revaçta olduğunu görürdünüz. cebinden sony ericson p910 telefonu çıkarıp mailini açtı. ingilizce bir yazışmayı gösterdi. metin'in ingilizcesi benim fakir ingilizcemden daha iyiydi. metin gözlerini belerterek "herif bu sefer doğru söylüyor mito" dedi. metin ikna olduğu için benim ikna olmam da uzun sürmedi.

bulvarın denizden esen buzla sarmalanmış rüzgarını yüzümüze yiye yiye ve yerde biriken kar birikintilerine bastıkça çıkan kart kurt sesler eşliğinde beşiktaş iskeleye yürürken muhsin kanatlarını kabartarak, kedi olalı bir fare tutmanın hazzıyla ve iştahıyla anlatıyor, kanatlardan sıfıra inip bize gollük ortalar yapıyordu adeta.

-beyler oyuncak, kırtasiye malzemesi türünde otuz bin dolarlık anlaşma yaptım. biz paranın yarısını gönderdikten sonra malı gönderecekler, biz de kalan yarısını ödeyeceğiz. malın bir kısmını gittigidiyor.com'dan bir kısmını da metinin pazarlama marifetiyle buradaki kırtasiye ve oyuncakçılara satacağız. depo olarak metinlerin evinin altındaki boş dükkanı kullanacağız. kendi şirketimizi kurana kadar, işlemleri metin’in babasının gayri faal şirketi üzerinden yürütürüz. mito bu vergi-muhasebe vs işleri de sen halledersin zaten.


biz üç salak birikmişlerden ve anadan babadan topladığımız dolarları bir banka aracılığıyla gönderdik adını sanını bilmediğimiz çinli heriflere. sonra da sevgili yolu gözler gibi haydarpaşa'ya gelecek gemiyi beklemeye başladık. iki hafta oldu, üç hafta oldu, iki ay oldu bizim gemi gelmedi. haliyle biz de ekip liderimiz voltran'ı sıkıştırıyorduk. 

"abi referansları çok sağlam adamların. rahat olun. dolandırıcı olmalarına imkan yok" diyordu muhsin ona her çıkıştığımızda. dolandırıcı çıktı adamlar. on beş bin doların üstüne soğuk su içtik. rahmetli babam, sözünü dinlemedim diye benimle iki ay konuşmadı. metin'in babası metin'i evden kovdu. muhsin, kazanacağı parayla ingiltere'ye dil okuluna göndermeye söz verdiği kardeşine sözünü tutamadığı için en çok da bize karşı uzun bir süre mahcupla meczup olmak arasında gitti geldi. ben bir daha bu işlere hatta ticarete girmemeye yemin ettim. rahmetlinin gönlünü ancak öyle alabildim. fakat metin ile muhsin iki girişimde daha bulunup iki kere daha battılar. sonra muhsin ailesinin yaşadığı ankara'ya döndü, dış ticaret firmalarına teşvik desteği sağlayan bir firmaya girdi. metin, rusya'da iş yapan bir inşaat firmasına girip 3 yıllığına gitti. orada olga ile evlenip saint petersburg'a yerleşti. ben de metin'in rusya'ya gittiği yaz bodrum'da hollandalı angela ile tanıştım. ilk görüşte aşk derler. öyle bir şeydi. müzakere fasılları açmaya gerek kalmadan ab'ye direk girdim. evlenip lahey'e yerleştim. muhsin'in girişimci ruhuyla giremediğimiz avrupa'ya izdivaç yoluyla girmiştik. lakin evdeki hesap lahey'e uymadı. angela adı gibi melekti. sorun onda değil bendeydi. hem huzursuz ruhumun esrikliği hem de yabancı kültürün içine ilk kez girmeyi kaldıramamam nedeniyle bir sene zor dayandık. yok anamı-babamı özledim. yok canım turşu çekti. burada her şey çok düzenli. hiç bir sürprize yer yok. böyle sıkıcı hayat mı olur dedim. en sonunda burada niye deniz yok diyerek hollanda'nın toprak bütünlüğüne saygısızlık edince kendisi eğitimci, babası diplomat olan angela artık dayanamadı. sağ olsun bana tek gidiş bileti aldı. dostça ayrıldık. yurda kesin dönüş yaptım. altı ay sersem gibi dolaştıktan sonra bir holdingin iç denetim departmanında iş buldum. hollandanın tek katkısı ingilizcemi iyileştirip bir miktar felemenkçe öğrenmemdi. işe girerken bayağı faydasını gördüm. o gün bugündür, sabah dokuz akşam beş turnikeden geçip dörtlü çalışma masalarında dirsek çürütüyorum

.

bugün işte hastaneye diye izin aldım şirketten. sabah on gibi doktora girdim, çıktım. muhsin'in mesajını ve cevapsız aramalarını gördüm sessiz telefonumda.

.

fiziği dışında hiç değişmemişti muhsin. konuşmayı, anlatmayı seven aynı heyecanlı, aynı girişimci ruh. otobüste, parkta rast geldiğim dedikoducu ablalar gibi nefes almaya hiç ihtiyacı yokmuşcasına, tesbih ipine boncuk dizer gibi ardı ardına sıralıyordu kelimeleri.

- metin de temelli döndü oğlum rusya'dan. hanımdan ayrılmış. avcılar’da bir tekstil firmasında muhasebe müdürü oldu iki ay önce. ama asıl haber bu değil. duy da inanma şimdi. integral nalan'la nişanlandım. evet çok geçinemezdik, hep didişirdik okuldayken ama yanlış tanımışız birbirimizi. aramızdaki elektriği yanlış yorumlamışız. altı aydır çıkıyorduk. on beş gün önce de aile arasında yaptığımız törenle nişanlandık. şaşırdın değil mi?
cevap vermedim.
sadece tuhaf der gibi dudaklarımı büzdüm. son zamanlarda kendi içime gömüldüğüm için olanların hiç birinden haberim yoktu. hayretler içinde muhsin'i dinledim. o da çok fazla uzatmadı zaten. asıl mevzuya girdi hemen.

-biliyorsun kız kardeşimi ingiltere'ye gönderme hayalim vardı. en sonunda geçen sene yolladım. orada işe de girdi. tembih etmiştim giderken. gözünü aç kızım diye. geçen hafta aradı. çalıştığı firmanın bir tedarikçisi ile bağlantı kurmuş. işleri büyütüyorlarmış. yeni mağazalar açacaklarmış ve tekstil ürünleri ithalatı için türkiye'den bağlantı arıyorlarmış. metin'le görüştüm. kendi firmasından  bir ay vadeli alacak malları biz de ingiltere'ye peşin olarak ihraç edeceğiz.

söyle şimdi var mısın yok musun mito, voltran'ı oluşturuyor muyuz oluşturmuyor muyuz ?

cevabımı beklemeden ve nefes dahi almadan sandalyesini masaya biraz daha yanaştırıp sormaya devam etti.

- bu sefer kesin oğlum, bak bu kez şeytanın bacağını kırmakla kalmayıp kökünden koparacağız alllah'ın izniyle. paraya da para demeyeceğiz.
ha'ne diyorsun ?

bir süredir kendi kendini yiyip bitiren ve külü masaya düşmekte olan elimdeki sigaraya baktım önce. sonra da muhsin'in sanki on sekiz yıldır bu anı bekleyen çocuk ve telaşlı yüzüne.

içimdeki hararetin ve ne diyeceğini bilememenin etkisiyle buz gibi olmuş, hoşaf suyuna dönmüş çayın dibini kafama diktim. yüzümü ekşittim. derin bir nefes aldım. bedenimi filmlerde önemli sözler söyleyecek adamların pozisyonuna sokup sesimi de mümkün olduğunca yumuşatarak;

-bak muhsin dedim. mesajın geldiğinde doktordaydım. bir süredir iyi değildim. geçen hafta bir takım testler yaptırmıştım. bugün tahlil sonuçlarını gösterdim. ne yazık ki çok fazla vaktim yok.

duramadı, araya girdi yine.

-benim de yok mito. sen evet dersen burdan notere gideceğiz sana vekalet vereceğim ki ingilizlerle anlaşmayı yapar yapmaz şirketin kuruluş işlemlerini halledesin

bıraksam daha konuşacaktı. ama ben fazla dayanamadım, sağ avucumu neredeyse yüzüne dayayarak dur işareti yapıp susturdum onu.

- doktor, 6 ay daha ya yaşar ya yaşamazsın dedi muhsin.

.

goss - blue