97-hipotenüs - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

97-hipotenüs



bu sonbahar ve kış güneşinin müptelasıyım bayım.

kimileri çikolatayla, kimileri kahveyle bazıları da cemal süreya gibi uzun soluklu kahvaltılarda mutlu olur. ama bunların hiçbiri benim bu bahar ve kış güneşinden depoladığım mutluluk ve enerjinin yerini tutmuyor.
şimdi işte yine bir sürü atraksiyonun yapılabileceği bu cumartesi öğleden sonrası aylak bir kedi gibi yayıldım güneşe. gözlerimi kapadım. spotify'da beğendiğim yirmi bir şarkıyı açtım.
.

bedenimi saran güneşin ruhumu da zapt edip içimdeki sıkıntıları, sabah yaşadığım tatsızlıkları, özlemleri, yoksunlukları ve çaresizlikleri bir potada eritip kısa süreliğine de olsa başka bir ben ortaya çıkarmasını bekliyorum. şarkılar dönüp güneş damarlarımda akan kanı kaynattıkça içim içime sığmıyor. zihnimde bir karışıklık oluyor. içimden bir parça yukarıya doğru süzülüyor. bir drone'un gözünden kendime bakıyorum şimdi. aynada gördüğüm benden daha farklı biri var karşımda. ardımda marmara denizi ve adalar, solumda tarihi yarımada. önümde yeni çamlıca kulesi. balkonda güneşe karşı yayılmış bene bakıyorum. saçlar seyrelmiş, şakaklar beyazlamış. alında geçen yılların çizgileri daha belirgin. gözler kapalı olsa da yorgun ve ne yana gideceğini şaşırmış bir yüz ifadesi. ama ve yine de güneşten mütevellit mutlu bir sima. kalın çerçeveli, yakın gözlüklerine ihtiyaç var mıydı gerçekten güneşlenirken? unutmuş olmalıyım. ama o da ne? yan taraftaki on üç katlı binada, satılık dairenin fransız balkonunda kumral, kısa saçlı bir kadın beyaz gömleğinin yakasındaki yasal kartıyla benim balkona bakıyor. emlak danışmanı olmalı. muhtemel iş olsun diye evi gezen bilmem kaçıncı talipliye evi gösterdikten sonra sol elinde kahvesi, sağ elinde az nikotinli sigarasıyla yorgunluk atıyor. ama ikimizde kırk beş derece açıyla balkondaki bene bakıyoruz. hipotenüsümüzde güneş. fonda türkçe sözlü hafif müzikler çoğunlukta. ikimizde aynı yere bakıp kendimizle ilgili farklı şeyler düşünüyoruz. geçmişimizi sigaya çekip geleceğin bulanık denizinde yol almaya çalışıyoruz. dünya böyle bir yer çünkü. instagramdaki, facebooktaki sahte mutluluk pozlarından arta kalan zamanlarda her koyun kendi bacağından asılıyor. belki de kendi kırılgan geçmişimizden gördüğümüz izlerin, benzerliklerin peşindeyiz. aynı hataları yine olsa yine yapar mıyız? emin olamıyoruz. kadın sigarasından derin bir nefes alıp boşluğa dikiyor şimdi gözlerini. ben kendimle daha dikkatli bir biçimde yüzleşiyorum. kapalı ve yorgun gözlerime değil kalbimin içine bakıyorum bu sefer. kumral da aynı şeyi yapıyor belli ki. gözlerinin sulanması sigara dumanından olamaz zira. adına hayat dediğimiz içine sıkıştığımız, alışkanlıklarımızın, şartların, çevrenin, korkaklığımızın ve kolaycılığımızın esiri olduğumuz camdan bir kürenin içinde mutsuzluk kıvılcımları saçıyoruz. özgür olamadıkça hırçınlaşıyoruz. hırçınlaştıkça üzüyoruz. üzülüyoruz. özledikçe hüzünleniyoruz. hüzünlendikçe sigarayı ve anıları ciğerlerimizi delercesine çekiyoruz içimize. kısır bir döngüde volta atarken tespih misali umudu elden bırakmıyoruz. her şeyin güzel olacağına dair hayaller kuruyoruz. bedenimize birlikte ruhumuzu da ısıtan güneşe sımsıkı sarılıyoruz. çünkü güneş bunu vaad ediyor. ta ki asi bir bulut kümesi güneşin önüne geçene kadar. sonra işte, drone gözlerim kendi içine, ait olduğu bedene geri çekiliyor. kumral kadın sigarasını balkon demirine bastırıp kapıyı kapatıyor. balkondaki adam gözlerini açıyor. yüzündeki sıcaklığın yerini şimdi derin bir yanma hissi alıyor. ama kalbinde hissettiği sızıdan daha çok değil.