91-ıhlamur anatomiği - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

91-ıhlamur anatomiği



dün gitmemem gereken işe bugün gitmedim. evde oturmuş karsu dinliyorum. bir yandan da kepekli galetanın ucunu beyaz süzme peynire batırıyorum. üstüne limonlu ıhlamur içiyorum. ıhlamuru yine anneden kalma tarifle iki kez kaynatıyorum. birincisinde acısını alsın diye. doğrusu alıyor mu bilmiyorum.. 

daha önce hiç ilk seferde kaynattığım ıhlamuru içmedim. sadece ilk kaynayan suyu bulaşık teknesine boşaltırken çıkan buharına yüzümü tuttum. kokusu muhteşemdi. sonra o buharın yarı tıkalı burnumdan beynime süzülmesi, oradan serotonini bulup tüm vücuda kısa süreli de olsa mutluluk olarak yayılması fevkaladeydi. ama işte içmedim hiç tek seferde kaynayan ıhlamuru. zaten ilk ıhlamuru içmeye hangi kış, hangi bahar başladım onu da hatırlamıyorum. geçmiş gün söyledim sanırım. evlatlar yaşlandıkça daha çok benzerler anne babalarına. ben de babamın dostlarıyla iki satır muhabbetinde bulunduğum az ve dar vakitlerde; "kahveci bize iki demli çay çocuğa da oralet"çigil tayfasındanım. lezzo vardı o zamanlar mandalinasını hiç sevmezdim portakalcıydım daha çok. herkes üç şeker atarken ben tek şeker atardım. babamsa çayı olduğu gibi ıhlamuru da çok içerdi. her kış sobanın üzerinde mutlaka kaynayan bir demlik ıhlamur olurdu. kokusu odayı ve odadakileri esir alırdı. sevmezdim. içmezdim. çocuktum tabi o zamanlar. şifa olduğunu bilemezdim. büyükleri dinlememe gibi kötü bir huyum vardı bir de. lakin zaman ve babam hep haklı çıktı. pek çok şeyi olduğu gibi ıhlamur gerçeğini de yaşayarak öğrendim. şimdi soba yok. ıhlamur çeyrek altınla yarışıyor. ben geçen sene yirmi dokuz ekim'de aldığım ıhlamuru kaynatıyorum.
.
işsiz günümde diyorum; işten de kopamıyorum. şirketin maillerine bakıyorum saatte bir. bensiz yapamıyorlar çünkü. öyle de önemli bir adamım! sonra işte, biraz twitter. biraz instagram. böyle boş bir günde boş uğraşlar. sonra diyorum huzur okumada. bir parça hikaye okuyorum üslubu fena halde emrah serbes'e benzeyen yazardan.
ikinci bardak ıhlamuru bu kez petibörle tatlandırıyorum. çaya bandığım gibi ıhlamura da doksan derecelik açıyla daldırıyorum bisküviyi. hmm. fena değilmiş diyorum. kendi kendime konuşuyorum. sıkılmadan, keyifle ve şevkle yapacağım tek meşgale, yazı işçiliği olurdu diyorum. sonra bu düşüncemi sekizlik vidayı sıktığım gibi sabitliyorum zihnime. bir zarfa koyup üstünü mühürleyip sonradan açılacaklar kutusuna bırakıyorum. 
kutuda neler mi var?
çok meraklısın sayın okuyucu.
inanır mısın ben de çok net hatırlamıyorum. hasta hasta yerimden kaldırma şimdi beni.
ama senin için hatırlamaya çalışayım.
babamın hediyesi bir kol saati. yine babama ait beş altı fotoğraf. orta birden siyah beyaz bir vesikalığım. çok sıkılır da bir gün yurtdışına gidersem diye altı adet biometrik fotoğraf. isimsiz askerlik künyem. küçücük bir deniz kabuğu. nihayet yazılmamış renkli bir mektup kağıdı ve zarfı. 
renkleri mi? 
önemli mi? 
unuttun mu hem renk, dil ve dil ayrımı yapmıyoruz insanlar arasında. sadece ve sadece herkes kelimesini düzgün yazsınlar, kâfi. bir de işte çayımız olsun ömür boyu yetecek kadar. daha ne isterim Allah'tan..
ilahi okuyucu.
ıhlamur diyorduk. nerelere geldik. kuzey atlantik'i aştık neredeyse.
son tahlilde; ıhlamur diyorum bahane, işe gitmemek ve çalakalem yazmak şahane..