yakın gözlüğüyle adalar'a bakınca kınalıada bulanık görünüyor leyla.
şu an oturduğum yerden diyorum; sanki geleceğime yakın gözlüğüyle bakıyor gibiyim.
kaç zamandır böyle.
her yer, her şey bulanık.
şu an oturduğum yerden diyorum; sanki geleceğime yakın gözlüğüyle bakıyor gibiyim.
kaç zamandır böyle.
her yer, her şey bulanık.
böyle olmamalıydı oysa. hayatım kontrolden çıkmış araç gibi bir sağa bir sola yalpalayarak gidiyor.
not defterime yazdıklarımla, yaşadıklarım aynı şey değil.
o kadar filmi boşuna mı izledik. boşuna mı okuduk onca kitabı.
hikaye böyle bulanık, böyle boktan olmamalıydı halbuki.
sanki.
gibi..
not defterime yazdıklarımla, yaşadıklarım aynı şey değil.
o kadar filmi boşuna mı izledik. boşuna mı okuduk onca kitabı.
hikaye böyle bulanık, böyle boktan olmamalıydı halbuki.
sanki.
gibi..
.
bu sabah uzak gözlüğüm için doktora gittim. benden önceki herkesin 20 dakikadan aşağı çıkmadığı doktordan ben vakit geçirme amaçlı olarak oyuna seksen dokuzuncu dakikada sokulan yedek futbolcu gibi üç dakikada içinde çıktım. uzaktaki, ışıklı bir aynada bir takım harfleri okuttuktan sonra operatör doktor hanım; "numaranız değişmemiş aynı gözlüklerle uzağa ve geleceğe bakmaya devam edin" dedi.
niye bilmem bu enformasyona teşekkür edip üç blok aşağıdaki dahiliye doktoruma geçtim. kapısı açıktı. hastası yoktu. yeşil gömleği, beyaz maskesi vardı. babacan tavrıyla arkasına yaslanmış öylece bekliyordu. bilinçaltımda gizlenmiş bir alışkanlıkla açık kapıya vurup izin istedim.
- girebilir miyim?
hulusi kentmen'den hallice doktorum eliyle de destekleyerek buyur etti beni baş köşeye.
-hocam, tahlil sonuçlarım dedim.
-hemen bakalım dedi.
sonuçlara göre bir iki vitamin yazdı. ve bol yürüyüş tavsiye etti. erenköy istasyondan sahile kadar yürüdüm ben de. tahmin ettiğimden çokmuş hastane ile sahil arası. kara sular ayaklarıma inip tekrar beynime çıktı sanki. sahildeki insan yoğunluğu da şehirden fazla gibiydi. hani bir ölçüm yapsalar istanbul adalar cihetinde ağır basardı. james webb teleskobu uzaydan aşağı baksa istanbul sola yan yatmış tekne gibi gözükürdü . tabi bu benim fikrim. bilimsel olarak hiç bir geçerliliği olamaz. ama işte istanbul kaynıyordu. kimse yerinde durmuyordu. herkes hareket halinde, bir yerlere yürüyordu. kimileri koşuyor. bazıları bisiklet sürüyordu. ayrıkotu gibi bir tek ben denizin karşısındaki boş banka oturdum. bir denize baktım. bir oturduğum boş banka. forrest gump geldi aklıma. onun gibi bir şeyler anlatacak kimsem yoktu etrafımda. iki lafın belini kıracağım. hatta belki beraber susacağım.
gidecek bir yerim, işim de yoktu bugün.
bazı günler böyledir. yalnızlığı ne kadar çok sevse de bazen dertleşip bazen denize ve gemilere sessizce, birlikte bakacağı birini arıyor insan.
bazı günler böyledir. yalnızlığı ne kadar çok sevse de bazen dertleşip bazen denize ve gemilere sessizce, birlikte bakacağı birini arıyor insan.
ben de önce hafız'ı aradım, iş için avrupa yakasına geçmiş.
fiko, ekim on beşe kadar eskişehirdeymiş.
yapacak bir şey yoktu.
çantamı, gömleğimi soluma bırakıp yazmaya başladım.
lakin bir şey eksikti.
fiko, ekim on beşe kadar eskişehirdeymiş.
yapacak bir şey yoktu.
çantamı, gömleğimi soluma bırakıp yazmaya başladım.
lakin bir şey eksikti.
müzik.
spotify'la uğraşmak istemedim. telefonumdan yabancı diye etiketlediğim listeyi açtım.
ama ve hala eksik bir şeyler vardı.
çay.
baktım.
en yakın tesis bir buçuk kilometre ötede gösteriyordu.
bir ayaklarıma baktım. bir denize baktım. sonra güneşten tarafa yürümeye başladım.
beltur derler bir yerden para versen alamayacağın en önde, denizi tam teşekküllü gören rüzgarlı ve gölgeli bir masa buldum.
..
çayımı çorbamı alıp masaya kuruldum. müziği açtım. yazmak için tüm şartlar elverişliydi. ama hayata konsantre olamadığım gibi yazıya da olamıyordum bir türlü.
solumdaki masada iki orta yaşlı abla nefes dahi almadan bıdır bıdır konuşuyorlardı. kulağımdaki müzik sayesinde ne dediklerini anlamıyordum. merak da etmiyordum. ama çok sevdiğiniz bir şarkıyı dinlediğiniz radyonun parazit yapması gibiydi ortam. arkamda da iki adam konuşuyorlardı. onların bazı kelimelerini duyabiliyordum. "şekip abi çok iyi adam abi" diyordu biri. öteki de muhtemel başıyla onaylayıp "öyle" diyordu.
solumdaki masada iki orta yaşlı abla nefes dahi almadan bıdır bıdır konuşuyorlardı. kulağımdaki müzik sayesinde ne dediklerini anlamıyordum. merak da etmiyordum. ama çok sevdiğiniz bir şarkıyı dinlediğiniz radyonun parazit yapması gibiydi ortam. arkamda da iki adam konuşuyorlardı. onların bazı kelimelerini duyabiliyordum. "şekip abi çok iyi adam abi" diyordu biri. öteki de muhtemel başıyla onaylayıp "öyle" diyordu.
sonra garsonlar helikopter gibi fır fır dönüyordu etrafımda. boşalan bir tepsi görmesinler, atmaca gibi dalıyorlardı.
" afiyet olsun efendim, alayım mı?"
.
üç satır kitaptan okuyup bir yudum çaydan alıyordum. ama istediğim gibi yazamıyordum hala.
bıraktım ben de yazmayı.
bazı günler böyledir; yanlış başlar, yanlış gider ve yanlış biterdi.
zaten, yazarın dediği gibi yaza yaza kangrene dönüştürdüğüm birinci el yaralarım vardı benim de*
uzun uzun, unuttuğum ya da özlediğim bir şeyi arar gibi denize baktım sonra.
bazı günler böyledir; yanlış başlar, yanlış gider ve yanlış biterdi.
zaten, yazarın dediği gibi yaza yaza kangrene dönüştürdüğüm birinci el yaralarım vardı benim de*
uzun uzun, unuttuğum ya da özlediğim bir şeyi arar gibi denize baktım sonra.
ne yazık ki ve yine
şanslı günüm değilmiş bugün.
ne hatırlayabildim ne de bulabildim o şeyi...
ne hatırlayabildim ne de bulabildim o şeyi...
.
.
* biraz ormanda saklanacağım - hıdır murat doğan