bazı şeyler : 175 - 179 - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

bazı şeyler : 175 - 179



175 - üç nokta : serkan'la kahvaltıda buluştuk. beni avrupa yakasında hiç bilmediğim gizli bir bahçeye götürdü. ben zaten belli yerleri hariç avrupa yakasını pek bilmem. bilmek de istemem. kalabalığı, gürültüsü ve kaosu her daim bunaltmıştır beni. mecbur kalmadıkça köprüyü de geçmem. geçmek icap ederse vapur kullanırım. vapurda çay içerim. biraz düşünürüm. biraz denize bakarım. ama asla martılara simit atmam. onun yerine insanları izlerim. haklarında hikayeler uydururum. hikayelerini beğendiklerimi buraya yazarım. beğenmediklerimden özür diler, başka hikayecilerin bulmasını ümit ederim. her neyse, bahçe hem gizli hem çok güzeldi. keşke dedim içimden. seninle gelebilseydik buraya. keşke. ama duymadın. zaten bu sabah yola çıkarken bir sıkıntı vardı içimde. yol aldıkça o sıkıntı dayanılmaz bir özleme bıraktı yerini. nihayet nereden geldiğini bilemediğim tarifsiz bir umut vardı ben serkan'la konuşmaya başlayınca. üstüne on beş on altı bardak çay içtim. iki termos bitti anlayacağın. bugüne kadar, bir oturuşta içtiğim en fazla miktardı bu. çay mı çok güzeldi yoksa, muhabbet mi çok iyiydi çözemedim. belki de dedim çok özlediğimden böyle oldu. çok özlediğimden.
bilemedim ...
.

176 - pazar metrosu : metrobüs hattına geçecekler ünalan’da indiler. köşe koltuğu bırakanların yerini hemen yanlarındakiler popolarını kaldırmadan, yana kaykılarak doldurdular. o sırada megi gogitidze susamış sesiyle yeni bir şarkıya başladı. vagondaki insanların çok azı maskeli, çoğu maskesizdi. hiç olmadığı kadar demokrattık. kimse kimseye müdahale etmiyor. enflasyon inmiş çıkmış, pandemi bitmiş başlamış, adalet eski bir ankara takımı olarak kalmış umurumuzda değildi sanki. sadece bir vagon dolusu insan, mevcut şartlarda kalan ömrümüzü iyi geçirmeye çalışıyor gibiyiz. günlük yaşıyoruz. şarkılar dinleyip tweetler atıyoruz. herkesi ama en çok kendimizi beğeniyoruz. çok konuşup az dinliyoruz. ve vagonlar halinde deniz kenarlarına göç ediyoruz. elimizden gelenin en iyisi bu. dünyanın ve ülkenin yükü taşınamayacak kadar ağır çünkü. o yüzden herkes kendi bacağından tutmuş asılıyor! bazılarımızın ki çabuk inceliyor ve pat diye kopuyor. bazılarımızın ki kopmasa da çok yıpranıyor. ürkek, tedirgin ve kararsız yol almaya devam ediyoruz. ama tarih boyu “ipleri” kopmayan, incelmeyen bir mutlu azınlık var ki onları konuşmaya bile değmez.
.

177 - ölü günlük: yaklaşık 1 aylık gizli günlüğümü dikkatsiz biladerime de yaktırmadan geçen hafta fevri bir hareketle imha ettim. zaten bilader'in de kafası karışmıştı vakit konusunda. 
dikkatsiz ama hassas adamdır bizim bilader. o gün hemen mesaj yazıp sordu;

- bilader ben bu zamanlamayı anlayamadım;
sen ölmeden önce mi? ben ölmeden önce mi yakacağız günlüğü? 
 bi'aydınlatsan dedi.

ben zaten hayat boyu matematik ve coğrafyadan borçlu geçmiş bir adamdım. ama bilader'i de üzmek istemedim şimdi. dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım.

- elbette dedim, ikimiz hayattayken mümkün olabilir böyle bir alışveriş sevgili biladerim.
amma ve lakin; dikkat ettiysen diyeceğim yüzyılın ironisi olacak. o yüzden demeyeceğim. yerine şunu diyeceğim; cümlenin en başında "belki" var. dolayısıyla hiç gerçekleşmeme ihtimali de var bu eylemin. ha olursa kaça olur, ne vakit olur onlar muamma. ölmeden önce işte dedim ve parantezi kapattım.

lakin işte çıkamadım işin içinden. hava bir soğuyup bir ısınıyordu. bir gün mont, bir gün tişört giyiyordum. sabahları beşte uyanıp gördüğüm rüyaların etkisiyle yazmak yorucu oluyordu. daha fazla dayanamadım ve köküne kibrit suyu döktüm.
pişman mıyım?
biraz.
yine yazar mıyım gizli gizli?
burası varken, bilemiyorum.
bilemiyorum..
.

178 - esnafgiller: seninle dedim şurada en fazla sekiz on defa görüştük. ve çok iyi bir abimize benziyorsun. hatta eminim dedim. sağ ol Allah razı olsun dedi.
devam ettim.
- ama beni yolladığın esnafa lütfen bir daha kimseyi yollama. çünkü o, bunu hak etmiyor.
ne demek istediğimi anlamış gibi acımsı bir gülümseme belirdi yüzünde. biraz da üzüldü. gözlerinden koyu bir bulut kümesi geçti.
- tamam dedi.
- anladım. çantanı bana ver, perşembeye kadar hallettireceğim başka yerde dedi. 

teşekkür ederek, çantayı uzattım. sonra da balıkçıya doğru yürüdüm.

.
179 - film: istisnalar dışında (los lunes al sol, memento, eternal sunshine of the spotless mind vs) izlediğim bir filmi tekrar izlemeyi sevmem. izlemem de.. bazen ama alakasız zamanda izlediğim bir film üşüşüyor aklıma. bir daha izleyeyim diyorum. bu sabah mesela metronun demir leydisi bir sonraki durak anonsunu yaparken matrix düştü aklıma. ama izlemedim.
akşam geç vakit. emma thompson'lu goog luck to you leo grande'ye başladım. yarısında bıraktım. aslında emma hanım müthiş bir iş çıkarıyordu. ama ve sanki bugün, o saat,  film izleme vakti değildi. kapattım. ve yazmaya başladım..
.