sabah yedi suları. iş yok. güç yok. nem çok. nem İbrahim. bu saatte bir ben, bir kargalar, bir de rutubet ayakta. çınarcık yoğun pustan günlerdir ortalıkta yok. burgaz'ı ara ki bulasın. üç günlük yokluğumda balkonu bok götürüyor afedersin. mavi şemsiyeme kuşlar sıçmış. çiçeklerim dağılmış. rüzgargülümün boynu bükülmüş.
şehir aşırı nem ve sıcaktan kaplumbağa gibi iyice içine çekilmiş. kimsenin yaşamaya takati kalmamış, sanki hayata küsmüşler gibi. hani bana sorsalar yaz mevsimini külliyen kaldıracağız, döngü sonbahar-kış-ilkbahar-sonbahar-kış-ilkbahar-sonbahar... şeklinde olacak deseler altına imza atar gerekirse on bin imza toplarım. on bin imza ya! ne sandın? var bizim de kendimize göre bir çevremiz.
hem sıcakla ve nemle aram zaten doğuştan iyi olmadı. ki ekim ayında teşrif etmişim dünyaya. düşün eylülü bile istememişim. böyle de tutucuyum. muhafazakarım. anarşistim. her derde devayım. ama işte bir kendime faydam yok. kurtulamıyorum. kurtaramıyorum. bakma ihtiyacı hissettiğim önümdeki notları bulamıyorum. değişik, çok değişik rüyalar görüyorum sabaha kaşı dört ile beş arası. uykularım kaçıyor.
.
tabi bu yaz mevsimini yaz saatinin sabitlendiği gibi, kanun hükmünde kararname ile kaldırmak o kadar kolay ve çabuk olmayacak. bunun bürokrasisi var. diplomasisi var. gözetilmesi gereken hassas dengeleri var. mütekabiliyet esasları, angajman kuralları falan var. farkındayım. yakın gelecekte olacak iş değil. o yüzden emekliliğimde, kışları çok sert olmayan ama rutubeti sıfır olan bir yer bakıyorum kendime haritadan. ortaokul ve lisede coğrafyayı bu kadar çok boşladığına acayip hayıflanıyorum şimdi. bölgelerin tütün, incir, turunçgil vs. yetiştirdiğine çalıştığım kadar ikliminin ayrıntılarına biraz baksaydım ne olurdu sanki? salak kafam işte. ben ne yaptım. tuttum dünya atlasının arkasına illerin plaka numaralarını yazıp onları ezberledim. birden altmış yediye, adana'dan zonguldak'a kadar. o zamanlar aksaray, karaman, yalova, düzce falan yoktu. olric'te yoktu. yani vardılar ama il değildiler. olric'i de daha okumamıştım. çocuk romantikliği işte. yazılarımda ara sıra bahis açtığım zonguldak'a ilk o zaman meftun olmuştum. zurnanın son deliği gibi en sona atılıp orada görmezden gelinmesine gönlüm razı gelmemişti. beşiktaş'tan sonra ikinci takımım olarak zonguldakspor'u tuttum. başlıca geçim kaynağının kömür madenleri olduğunu, emekçilerinin de il trafik kodunda olduğu gibi önem sırasında sonlara atıldığını falan hep o yaşta okuduğum gazete köşelerinde öğrendim. gitmesem de, görmesem de hep benim olan köydü zonguldak! acaba diyorum zonguldak'ta nem durumu nasıldır İbrahim?
ha neden olmasın.
ha neden olmasın.
var bir hayalimiz be oğlum..
.