canım sıkıldı. parka doğru yürüyüşe çıktım. yürürken beynimden aşağı süzülen düşüncelere takıldım. biri diyor ki; neyi, niçin yaptığımızı bilmeden ezberlenmiş o kadar çok davranışımız var ki. senin kişisel tarihin de bu tür çöplerle dolu mithad selim efendi. tereddütsüz katıldım bu görüşe.
ama hayır. asla ve kat'a pişmanlık değildi bahsettiğim ve katıldığım. belki o an için lüzumlu görünen ama üzerine yeterince düşünülse yapılmasına hiç gerek kalmayacak hareketler topluluğu bahis konusu olan. sonra.
sonra..
öteki diyor ki; değil incir çekirdeğini üzüm çekirdeğini, mercimek tanesini (hangisi büyük bilemedim şimdi eve gidince test etmem gerekiyor) doldurmayacak meşgalelerle hayatımızı dolduruyoruz. asıl yapmak istediğimizi yapamadan, yaşamak istediğimiz hayatı yaşamadan göçüp gidiyoruz sonra. sonra...
sonra..
esmer güzeli girdi araya. muhtemel uzun, çok uzun siyah saçlarını ensesinde toplamış, öyle telaşsız, öyle sakin ve öyle mağrur yürüyordu ki beyaz mintanıyla, vatandaşlıktan çıkıp ona iltica etmek istedim. yokuşun başında, bir kavşakta yollarımız ayrıldı. sonra
sonra..
bu kısa ama ferah-gâm birliktelik için esmer güzele gıyabında teşekkür edip parka girdim.
..
uzun süredir sırtımı dayadığım bir çam ağacının altında bekliyorum.
neyi bekliyorum?
niçin bekliyorum?
neden buradayım?
bazı soruların cevabını bilse de kendine hatta kimseye söylemek istemez insan.
lakin ille de bir cevap istenirse;
şu yukarıdaki ilk paragrafın gelmesini bekledim sanırım. sonra.
sonra..
yazdım.
ve şimdi yine bekliyorum.
yolda gelirken bir sürü düşünce daha vardı kafamda. ama uçup gittiler hemen yazmayınca. keza sabah deniz kenarında, akşamüstü evde yazdığım yazılar da yarım kaldı. yukarıda bahsettiğim ilk düşünceden ötürü; ne gerek var ki diyerek onları hem yetim hem öksüz bırakıp kaçarcasına çıktım evden.
şimdi işte; çam ağacının altında o yazıları düşünüyorum. ve daha bir sürü gereksiz şey düşünüyorum. arada esen rüzgara teşekkür ediyorum. kaç gündür çantamda gezdirdiğim kitabı bitirmeyi düşünüyorum. hayatımı düşünüyorum. başka türlüsünü düşünüyorum. çıkamıyorum içinden. anlamını bilmeden sevdiğim şarkılara sığınıyorum. sonra.
sonra..
her zamanki gibi hüsrana uğruyorum. yine yeniliyorum. yine denemiyorum. otların arasında geleceğini arayan kediye bakıyorum. farkımızı düşünüyorum. benzer yanlarımızı sonra. ama bu konuda konuşmak istemiyorum. asıl konuşmak istediklerimi buraya yazmak istemiyorum. ama sayfalar dolusu yazmak, vagonlar dolusu anlatmak istiyorum. çünkü böyle güzel rüzgara, böyle süslü eylüle bir ömürde kaç defa rast gelebilir ki insan?
üşenmedim. hesap ettim. ben dört kez rast gelmişim. ikisini kaçırmışım. ikisini son anda yakalamışım. kimine göre çok. kimine göre az. nitelik ile niceliğin önlenemez çatışması. ama bahsetmek isteğim şeyler bunlar değil zaten.
misal şu an esen rüzgarı bir yerden tanıyacak gibi oluyorum. belki iki bin on üçten belki iki bin dokuzdan. belki de hiç tanışmadık. ama tanıdık geliyor işte.
.
sana da olmuyor mu?
bana çok olur mesela.
tamam dersin.
bu o.
sonunda onu buldum dersin. acayip mutlu olursun. bulutlar ne ki, yıldızlara çıkarsın sevinçten. yetmez, ayaklarını sallandırırsın aşağı. mutluluğunuza bakarsın. sonra.
sonra..
hayata ve yere bir süre paralel gittikten sonra gerçekliğin acımasız ve sert yüzüyle karşılaşırsın.
hayal ettiğimiz şey, hayal ettiğimiz şey değilmiş* meğer dersin sonra.
sonra..
.
*melisa kesmez - küçük yuvarlak taşlar
.