çayı süzgeçsiz içmek diyorum bayım, benim için; bir saat beklediğim sevgilinin buluşma yerine gelmemesi ya da çok iyi çalıştığın tarih sözlüsünden ikmale kalmak yahut tv'de sevdiğin şarkının çıktığı anda elektriğin kesilmesi gibi bir şey. acı, çok acı. buruk. melankolik. kırık ve telafi edilemez. iki gündür şirin diyemeyeceğim bir karadeniz beldesindeyim. tamamen el ve arkadaş yordamıyla bulduğum yeri çok sevmedim. burada çok mutlu değilim. ama mutsuz da değilim. çünkü az aşağısı deniz. yutacakmış gibi üzerine gelen hırçın dalgalarıyla seni üstünden atmaya meyilli yabani bir at gibi çırpınsa da insanın dünyadaki tüm yorgunluğunu pause tuşuna basılmış gibi alan maviliği var. keza o tuzlu suyun hayat veren kokusu. her daim karaya şifa niyetine savurduğu rüzgar sonra. ve uzaklardaki bir umudu saklar gibi duran ufuk çizgisi. tüm bunları görüp nankörlük edemem şimdi. ama işte istanbul'un rutubetinden kaçıp yine neme tutulmak. üstelik süzgeçsiz...
evsahibem; "ne ihtiyacın olursa çekinme gel iste" demişti. ama süzgeç için de kapı çalmak. ne bileyim? lakin dün akşam ve bu sabah çayımı süzgeçsiz içtikten sonra fellik fellik süzgeç aradım bütün ticarethanelerde. sanırım on üçüncü dükkanda -ki nalbur olur kendisi- emelime ulaşınca çölde su bulmuş bedevi gibi ayaklarına sarılmak istedim. nalbur babacan adamdı. halime gülümsedi. belki biraz acıdı. özlü bir söz söyleyecek gibi oldu. vazgeçti. ben süzgece kavuşmanın sevinciyle adeta keklik modunda sekerek eve geldim. çay demlemeye koyuldum. ocağı yaktım. doğrusu yakamadım. tüp bitmiş. ev sahibemi aradım. tüpün bittiğini müjdeledim. bir de çayı çok çok iyi hatta muhteşem olan bir yer söyle dedim sevabına. "sahile yakın, çınar'ın dibinde Hamit usta var. orada bir çay iç, beğenmezsen konaklama paranı iade edeceğim" dedi. önce güldüm. sonra gittim buldum Hamit ustayı. referansla geldiğimi söylemedim. "usta bana demli bir çay" dedim. ocaktaki işini yarım bırakıp başını demlikten kaldırdı, gözleri bizim tekir gibi şöyle bir kıstı ve hiç beklenmeyen bir kibarlıkta "hemen beyim" dedi. çaydan önce kokusu geldi. böyle muhteşem kokuyu en son iki bin yedide çerkeş'te duymuştum. çay, evsahibemin abarttığı kadar varmış. altı bardak içtim. tuvalet sıkıntım olmasa bir düzineyi de bulurdum. çıkarken hamit usta seni esmeray hanım tavsiye etti. çayın hakkını veriyorsun. sırrını ver desem vermezsin bilirim. bari elini ver de mübarek elini öpeyim diyerek iki elimle sağ eline çullandım. Hamit usta, çayır güreşinde tecrübeli sporcu çevikliğinde atağımı boşa çıkardı. "estağfurullah beyim hiç olur mu öyle şey. babamızdan ne gördüysek o. sağ olsunlar, esnafımız vatandaşlarımız severek içer çayımızı. her zaman bekleriz" dedi. sahil bandından avare adımlarla eve dönerken müziği kulağıma, elimi cebime attım. sert bir cisme rastladım. nalburdan aldığım beyaz plastik süzgeçti. iki gözümün çiçeğini gerisin geri olduğu yere bırakıp sıradaki şarkıya geçtim.
.