kendisine, yine kendisi tarafından gönderilmiş mektuplara sevinen adamlarız biz sevgilim
kim kaybettiği babasından bahsetse içli bir şarkı duymuş gibi gözleri buğulanan keza
şimdi yine arka fonda radyo voyage çalarken hayallerim düşlerime çarpıyor, oradan gerçeklerime karışıyor oysa
eyyam-ı bahurdan beri klimanın ayarlarıyla boğuşuyorum
bir açıp bir kapıyorum
fiziksel yorgunluğumu klimanın soğukluğuna yazıyorum
ruhsal kırgınlığımı kendime
eskisi gibi yazacak bir şeyim yok çünkü
gücüm de isteğim de
gitmek istediğim yerlerden dönüyorum gece rüyalarımda
gidemediğim için kendime işkence ediyorum
eziyet ettiğim için yine kendime kızıyorum sonra
kıymetini bilemediklerim resmi geçit yapıyor gündüz düşlerimde
çocukluğum en önde, unuttuklarım kafilenin sonunda
gönül dolusu sarılıp seni seviyorum diyemediklerim her yerde sonra
ve
sonra
aralarda bir yerlerde
pişmanlıklarım
yarım kalmış romanlarım
kararsızlıklarım
İspanyolca şarkılarım
şiire yakın, mektuba daha yakın düzyazılarım
mutsuz biten filmlerim
tek kişilik aşklarım
hayalkırıklarım
gitmediğim(iz) tren yolculuklarım
içmediğim(iz) turist çaylarım
acemiliklerim
korkaklıklarım
yazmak isteyip de yazamadıklarım
alttan almalarım
ani parlamalarım
yağmurda beklemelerim
sebepsiz isyanlarım sonra
özlem'in gülümsemesi hayat bilgisi dersinde
çizgilere basmadan yürüme çabalarım
kapalıçarşı'da kaybolmalarım
bir baharatçının eşiğinde annemi görüp baba diye haykırmam ağlarken
hafız'ın simidini ikiye bölüp vermesi AKM önünde
hüseyin öğretmen"in tören bitti, dağılın dediği anda
bir görüntünün dolaşıma girmesi zihnimde
sanki yakaza zamanlarından kalma bir an
öyle ki rüya değil ama gerçekte değil
oysa çoktandır kalbimle zihnim arasında
bir yer var biliyorum
Orhan Veli zamanından amerikanvari bir mekanın yüksek taburelerinde
hiçbir şey içmeden oturuyoruz
top sakallı barmenin gözü vereceğin herhangi bir komutta
benimse kırmızı elbisende
kırmızı sana çok yakışıyor diyecek gibi oluyorum bir iki kez
ustalıkla lafı değiştiriyorsun hemen
hem o kadar ciddisin ki beni asıl esir alan zaten bu ulaşılmaz havan
söylediklerin ne kadar önemli olsa da ben asıl yaptıklarına kefilim
bir de omzuna kadar inen saçlarına
ama kararsızım biraz da
sana asıl yakışan üstüne giydiğin kırmızı elbise mi yoksa üzerinden hiç çıkarmadığın o mağrur duruşun mu?
bilemiyorum.
ben bu ikilemlerimle boğuşurken sen çantandan bir fotoğraf çıkarıyorsun
niye bilmem?
en başından beri çalan müziğin sesini biraz daha açıyorlar mekanda
ama hayır!
fotoğraf değil çıkardığın, kartpostal hiç değil
hayalimiz çünkü iki elinin, geleceğimiz iki dudağının arasında sanki şimdi
lacivert ile yeşilin kesiştiği noktada
küçük bir ev, büyük bir hayat duruyor
biz susuyoruz
yalnız gözlerin
sanki şimdi ne yapmak istiyorsun diye soruyor gözlerin
ciddiyetin ama hala bâki
sana olan hayranlığım da
çünkü beni koşulsuz teslim alanı artık sende biliyorsun, dünya da
o yüzden bir şey yapmadan, hiç konuşmadan öylece oturalım istiyorum
lakin sorma sırası bana geliyor
hayalimiz çünkü iki elinin, geleceğimiz iki dudağının arasında sanki şimdi
lacivert ile yeşilin kesiştiği noktada
küçük bir ev, büyük bir hayat duruyor
biz susuyoruz
yalnız gözlerin
sanki şimdi ne yapmak istiyorsun diye soruyor gözlerin
ciddiyetin ama hala bâki
sana olan hayranlığım da
çünkü beni koşulsuz teslim alanı artık sende biliyorsun, dünya da
o yüzden bir şey yapmadan, hiç konuşmadan öylece oturalım istiyorum
lakin sorma sırası bana geliyor
beni hiç tanımıyorsun ama nasıl oluyor da
hayalimi iki elinde tutuyorsun?
ve ama nasıl oluyor da aniden gülümsemen bizim en güzel dejavumuz oluyor?
susmuyorsun fakat konuşmuyorsun da
sadece gülüyorsun
çok güzel gülüyorsun
gözlerinle beraber gülüyorsun
ama öyle güzel gülüyorsun ki
beni öldüren asıl şeyi ne sen, ne de dünya biliyor artık!
.
* dark blue almost black (2006)