the worst person in the world (2021) - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

the worst person in the world (2021)



kendimi, kendi hayatımın seyircisi gibi hissediyorum. sanki kendi hayatımın yardımcı oyuncusuyum.
filmin tam ortasında, aşağı yukarı böyle diyor esas kızımız julie.

pek çoğumuz için ne kadar tanıdık bir ifade değil mi?
coğrafya, kültür ve hatta kader farklı ama insanoğlunun varoluş amacına ilişkin arayışı ortak!
ille de bir kulp takmak istersek bir arayış filmi diyebiliriz. yahut büyümenin sancılarını yaşayan insanların, en çok da julie'nin hikayesi. 
aslında etrafımıza baktığımızda o kadar çok julie var ki.
kimi bizim julie kadar cesaretli davranıp hislerinin peşinden gidiyor pek çoğu da şartlar denen vahim şeye sığınarak, kendi kendilerini bastırarak duygularına ve kendilerine işkence ediyor. 
ha burada bir şeyin altını çizmem gerekiyor.
mevzu; julie doğrudur ya da yanlıştır değil. mesele 30-40-50-60-70-80 her neyse artık sayılı bir süre yaşadığımız bu hayatta ne kadar kendimiz olabiliyoruz? başka bir deyişle ne kadar gerçekten yaşıyoruz. ne kadar rol yapıyoruz?
İşte bütün mesele bu sevgili kardeşlerim! 
sanırım joachim trier abinin de sormak istediği bu filmde? 
en azından ben öyle anladım.
.
filme gelince;
(dikkat spoiler içerir!!!)
..
Julie kızımızın arayışı yahut onu yakan huzursuzluğu daha üniversite sıralarında başlıyor.
tıp fakültesindeyken bir gün yok anam benim işim anatomi ile insan bedeni ile değil ben insanın zihniyle ilgileniyorum o yüzden psikoloji okuyacağım der annesine. annesi ne yapsın 30 yaşındayken öküz kocasından (kızın doğum günü sahnelerinden anlıyoruz çünkü) boşanmış bekar bir anne olarak tek kızını mı üzecek?
üzmez.
julie psikolojiye okumaya başlar. ama orada da dikiş tutturamaz. çünkü görsel yeteneğinin ara güler ile aşık atacağına kânidir. anacığına söyler yine. 
anasını ne diyecek. yüreğinin götürdüğü yere git kızım der. 
heyhat
huzursuz ve "ıssız kadınımızın" kararsızlığı ya da arayışı sadece kariyer bazında değildir. hayatının aşkını seçme alanında da etna yanardağı gibi aktiftir.
neredeyse her kariyer değişiminde sevgili de değiştirir.  nihayet norveç'in 'erdil yaşaroğluna' bir çizgi romancıya aşık olur.
aksel enişte ile aralarında küçük çaplı çatışmalar olsa da uzunca bir süre ilişki raydan çıkmaz. julie'nin kanı bitlenmez, huysuzluk girdabına girmez. lakin aksel enişte 44, julie kızımız henüz otuzundadır. zaman hızlı ilerlemektedir. enişte bey ailenin çocuklu üyelerine bakarak o da hararetle çocuğun altını değiştirmek, geceleri nöbetleşe kalkıp bebek pışpışlamak, sırtını sıvazlayıp gazını çıkarmak istemektedir. ama julie kızımız henüz buna hazır değildir. ilişki bu yüzden orta yerinden çatırdar. sonra aksel eniştenin bir kitap tanıtım galasında ilişkiden iyiden iyiye kopar. julie ortama, enişteye iyice yabancılaşır. ben nerdeyim, ne yapıyorum der. kanı bitlenir. huzursuzluk dikenleri vücudunun bütün organlarına batmaya başlar. tanıtım gecesinden erken çıkıp norveç'in puslu bulvarlarında gece gece dolanırken (benim hep yapmak isteyip de şimdiye kadar hiç yapmadığım-yapamadığım) tanımadığı insanlardan sigara ister. ateşi de alır elbet. meğer otelimsi mekanın önünde toplaşan insanlar hansel ile gratel'in düğünü için gelmişlerdir. sırf kafa dağıtmak, eğlenmek amacıyla girdiği bu düğün julie ablamızın hayatının akışını değiştirecektir. çünkü ikinci adamımız eivind abi (cemşit de diyebiliriz) aurası bütün oteli içine çeken bu kadını süzmektedir uzaktan uzağa. olayın farkına varan julie avken avcı olur ve kendisi gibi başı bağlı olan cemşit abi ile yine kendi koydukları kurallarla 'partnerlerini aldatmadan' gece boyunca (before sunrise filmini hatırlatarak) flörtleşirler. ayrılırken de 'şeytana uymamak için' sadece ilk isimlerini öğrenip soyad ve iletişim bilgilerini almazlar. lakin seyirciler olarak biliriz ki filmin bir sahnesinde görünen tüfeğin mutlaka patlaması gibi şeytan alışverişte rastlaştıracaktır bu ikiliyi. nitekim kötü bir zamanlama olsa da her şey kitabına uygun gider. julie'nin çalıştığı kitapçıda karşılaşırlar.
bundan sonra hiç bir şey aynı olmaz. 
bir sabah julie kızımız içindekileri aksel'e kusar. sorun sende değil bende, sen çok iyisin, daha iyilerini hak ediyorsun der. aksel yıkılır. ağlar. sızlar ama zorla güzellik olmayacağını ve meşhur norveç atasözünü (dönerse senindir dönmezse zaten hiç senin olmamıştır) bilecek kadar tecrübe sahibidir. çaresiz aşkının uçmasına izin verir.

julie aradığı mutluluğu, huzuru cemşit abide buluyor gibi olsa da aksel (ilyas) eniştenin hastalığıyla yıkılır. yine bir bocalama devresine girer. içindeki huysuz ve huzursuz kadın gün yüzüne çıkar. kendisine aşık olmaktan başka bir şey yapmayan adamın gururunu incitir. dikenlerini gösterir. bir de hamile kalınca işler iyice sarpa sarar. olaylar gelişir.
julie yine.....
.....
....
.
son tahlilde beğendim filmi.
alacaklarımı aldım. satacaklarımı sattım kendi içimde
ve 10 üzerinden 7 verdim.
.
yazıya tanıdık cümleler kuran julie ile başladık.
yine (en azından belli yaştakiler için) tanıdık kelamlar eden julie'nin ex aşkı aksel ile bitirelim yazıyı. 
.
internet ve cep telefonlarının olmadığı bir çağda büyüdüm.
benim bildiğim dünya yok olup gitti. 
kültürün objeler aracılığıyla yayıldığı dünyada büyüdüm. ilginç objelerdi çünkü onların arasında yaşayabilirdik. kaldırıp bakabilir, elimizle dokunabilir, kıyaslama yapabilirdik.
tıpkı kitaplar gibi. evet.
elimde bir tek bunlar var. hayatımı böyle geçirdim.
.