devam... - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

devam...




.
fransızca şarkılardan, bilhassa zaza hanımdan devam edelim sevgilim. çünkü burada değil yaprak rüzgar gülü bile kımıldamıyor. öylesine sıcak. öylesine müşkülpesent bir gün. ama acayip çok yazmak istiyorum bugün. zira bugün öyle bir gün. fakat ve yine de tereddüt ediyorum yazma konusunda. bazen çünkü kimseye hatta kendime bile çaktırmadan yazılmaması gerekenleri, nerdeyse her şeyi kimi vakit formüle ederek, kimi zaman ikinci ve üçüncü tekil şahıslar üzerinden ve bazen de açık seçik olarak yazıyorum. bazen çok şey yazıp özünde hiç bir şey anlatmıyorum. lakin işte çoğu vakit de  gelen duyguları içimde tutmayıp elimin altındaki latin harflerine havale ediyorum. sonra düşünüyorum bunları yazmakla iyi mi ettim?
belki kendi içimden atarak kendime bir ‘iyilik’ yaparken sana ‘kötülük’ yapıyor olabilirim diye de düşünmeden edemiyorum. yalan yok şimdi.
lakin dilemma da tam bu noktada başlıyor işte!
oto sansürlü yazı neye, kime yarayacak? susamsız simit, kambersiz düğün gibi bir şey olmaz mı? 
öte yandan içeriden gelen her şeyi de umuma açmak ne kadar doğru? hani nerde kaldı mahremiyet, nerde kaldı “kişisel duyguları koruma kanunu” ve daha bir sürü platonik düşünce?
sonra ama diyorum.
ama ve fakat
ve lakin
yazıyorsam bir nedeni var.
madem ki yazıyorum o halde....
ki yazdıklarım kişisel tarihimin bir bölümünü (en azından yarısını) oluşturuyorsa yazmamak niye?
o vakit işte; dün yeni başladığım dizideki bir yer ismi otomatikman sana bağlanıyorsa yahut az önce balkonu yıkarken seni, senin bile tahmin edemeyeceğin biçimde çok sevdiğimi aklımdan geçiriyorsam, bunun üzerine senaryolar kurup kafamdan ve kitaplardan alıntılar yapıyorsam, çözümsüz bir yolda olduğumuzu bildiğim halde hala arayışlar içinde olduğumu en azından yazarak kendime ispat etmeliyim diyorum. 
yanlış ya da doğru? 
ama ve kime göre, neye göre?
allah’ın bildiğini bazen kuldan da saklamamak gerek. 
çünkü ve belki de ‘kulun’ ihtiyacı olan da o an, o cümlelelerdir? 
bilemeyiz.
bilemem.
söylemiştim.
ben her şeyi bilemem.
bilmek de istemem hem.
hayatın yaşanılırlığı kalmaz sonra..
düşünsene her şeyi ama her şeyi bildiğini. öleceğin zamanı bile?
ne tat kalır, ne tuz hayatta.
en azından şimdi birini bulamıyorsak öteki var. öteki yoksa beriki var. yani; ilahi bir denge var.
o yüzden her şeyi bildiğin hayat yerine sürprizlerle dolu ve elbetteki kaos ve rutubet içindeki bu düzensiz, bu kuralsız, bu sersem hayatı kabul etmez misin?
ben hemen ederim! 
kimseye de etmem fazla şikayet.
en azından bir süreliğine..
.
balkonu yıkıyordum diyordum. 
yıkarken de bizi düşünüyordum. 
acaba başka türlüsü olur muydu muhabbetimizin, sevdamızın? 
olursa nasıl olurdu?
mutsuz mu olurduk, mutlu mu?
huzursuz mu şimdiki gibi yoksa biraz daha huzurlu mu?
emrah serbes’in (galiba hiç izlemediğim behzat ç.de de replika olmuş) kurtuluş parkı’nda bir gecesi geldi aklıma.
- neden olmaz diye soruyorum.
- mutsuz oluruz diyorsun.
- herkes mutlu olacak diye bir kural yok, biz de mutsuz olalım.
.
biz de mutsuz olalım.
ne olmuş yani?

geçmiş gün. kim demiş bilmiyorum. ama güzel demiş. bazı sorular cevap almak için sorulmaz.
ben de bir sürü soru soruyorum kendime. 
ve içimden bazen sana. 
ama bir cevap almak için değil. bir sonuca varmak için. belki diyorum önümü biraz daha görebilirim böylece.
ha dersen ki; önünü görsen ne olacak, ne değişecek?
ne bileyim, bir ümidim olurdu belki..
bir ümidim..
..
.