bildiğim; kılavuz kaptan almadan boğazda takılıp kalmış panama bandıralı gemi gibiyim. kendi imkanlarımla kurtulmaya çalıştığım çıkmazlarından çıkamıyorum.
.
bize iyi gibi görünen, mutluluğun kulağından biraz olsun tutabileceğimiz anların karşılığında mutlaka bir bedel ödememiz gerektiği demoklesin kılıcı olarak önce lacivert sonra turkuaz renklere karışmış. mevcutta kalmak ne kadar imkansızsa, yeniye kulaç atmak da aynı derecede güçleşiyor. gözüne far ışığı tutulmuş tavşan ile dut yemiş bülbülün yahut süt dökmüş kedilerin halleri benimkinden görece daha iyi görünüyor. içinde bulunduğum ahval ve şerait hiç iç açıcı görünmüyor. ne istanbul’un yeditepesinden ne ege’nin kuzeyinden.
.
halbuki ne beklediysem bu on beş günlük aradan -her gün düzenli yazmak dışında- iyi giden, işe yarar bir şey yok. umduğum gibi gitmiyor hiçbir şey. her gün saatlerce bakıştığımız deniz suskun, konuşmuyor benimle. ne ser, ne de sır veriyor.
.
bu coğrafyada diyorum sevgilim; teselli vermeden denize dökülen nehirler var. eşgalsiz yaz yağmurları var. yönünü ve bilgeliğini kaybetmiş mevsim rüzgarları sonra. sen yok’sun.
.
bazen hayat; oturup sayfalar dolusu mektup yazmak isteyip de ne yazacağını bilememektir. turkuaz ile lacivert arasında kalmışlıktır. kırk akıllının çıkaramayacağı kuyuya taş atmaktır.
hayat diyorum bazen; her şeyini denize borçlu olan bir kuzey kasabasında ‘en teselli edici’ sevda cümlesini aramaktır.
.