.
...
temmuz on üç. sabah, sekiz suları. önümde sonsuz deniz. kulağımda dalga seslerine karışan jo cocker melodisi. sonra tuzlu suyun kokusu. ve güneşin yakıcılığını dengeleyen hafif rüzgar. solumda, denize girmekte olan orta yaşlı, beyaz saçlı bir adam. sağımda, on dakikadır suyla pazarlık halinde olan genç bir kadın. siyah mayolu, kumral kadın, bana changing lanes (2002) filminin “yaşayabileceğin başka bir hayatın hatırasıdır o” repliğini çağrıştırıyor.
ben, karada bir kayanın üstünde, aslında denizdeki adamla kadının hipotenüslerinin dik açısında duruyorum. berbat matematik-geometrik bilgimle bu kadarını hesaplayabiliyorum. lakin içimde kaynayan bir ses. durmadan konuşuyor. boş konuşuyor. bana istediğimi vermiyor. doğrusu tam olarak ne istediğimi de bilmiyorum. ama içimdeki bu ses çirkef. sustan, durdan anlamıyor. beni açığa çekmeye çalışıyor. ben bulunduğum yerde, anda kalmaya çalışıyorum. müziğe veriyorum kendimi önce. oradan da sanki denize değmeye çalışır gibi alçaklara üs kurmuş bulutların beyazlığına. ve nihayet denizin kokusuna. insanı dinginlendiren sonsuz mavisine. içindekilere. rüzgarla sevişen küçük dalgacıklarına.
şimdi yani biz; sanki dünyada hapsolmuş üç kişiyiz. lacivert mayolu abi. gümüş kolyeli kadın. ve koyu maviliğe tutulmuş, ben. denizin birleştiriciliğinde, kimliklerimizden, kişiliklerimizden âri, birbirimizden habersiz bu güzelliği kutsuyoruz.
sağ kolunda yılan dövmesi olan abi, neredeyse yunan adasına kadar açılıyor. saçlarının topuzunu kırmızı tokayla tutturan kadın nihayet tüm benliğini denize emanet ediyor. aynı anda, sanki anlaşmışlar gibi bir martı suya sorti yapıyor. uzaklardan bir tekne, denizle bağlantısı olan herkesi uyandırıyor sireniyle. adeta, günaydın diyor. ben, tüm bu olan biteni telefonuma yazıyorum. ve şimdi de markete gidiyorum.
.
adios muchachos