49.mektup - kıyılar mutedil açıklar kaba dalgalı

49.mektup




yaklaşık bir saattir, cama tutunmaya çalışan dünyanın en güzel, en beşiktaşlı kelebeğini izliyorum. aslında on santim daha sola gelip verandanın açık alanından rahatlıkla çıkıp gidebilecekken, pimapen pencerenin tertemiz şeffaflığına aldanıp oradan özgürce uçabileceği yanılsamasına bakıp hayatın geneline ve kendime dair hiçbir işime yaramayacak manalar, dersler çıkarıyorum. 
işe yaramayacaktı çünkü biliyordum. 
yıllardır yaramamıştı.
yeni keşfettiğim mayor of kingstown dizisinde benim gibi “gitmeyi bilmeyen” mike haklıydı belki de;
bazen, küçük olduğun zamanları hatırlarsın ya. eskiden düşünürdün yani. belki hayatta seni çok mutlu edecek bir şeyler yaparsın diye. ama sonra öğreniyorsun ki; mutlu olmak diye bir şey yokmuş.”

işe yaramayacaktı çünkü yorgundum. 
kendime sunduğum ve kabul edilmiş geçerli sebeplerim vardı.
öğleni biraz geçe, ikindiye daha yakın. çayı yeni demlemiştim. iyice otursun diye bekliyordum. bir yandan da cemil meriç okuyordum. gözlerim biraz kapanır gibiydi. sanki sabah soğuk denizde attığım kulaçları sayıyordum. arkada trt fm açık ve en son sıla gençoğlu’nu duyduğumu hatırlıyorum. bir de sağ bacağımın dizden aşağısının ağrıdığını. 
sonra işte; uyur uyanık, uzun ve geniş bir yolda yürürken gördüm seni. şaşırdım. çünkü daha önce hiç görmemiştim. görsem zaten cansever’i bile kıskandıracak o şiiri yazmaz mıydım?
yazardım.
biliyorsun. 
senden bahsediyorduk. evet.
hani şu amerikan filmlerindeki, geniş, hafif yokuş bir yolda gördüm. üstünde en sevdiğim türden elbise ve vakur duruşunla, asi bir bulut gibi başını dikmiş kimseye pas vermeden gidiyordun. bana bile!
ben yine, ismini bilmediğim, şu amerikan, üstü açık, spor arabaların birinde peşinden geliyorum ağır ağır. belki mustang. belki cadillac. bilemiyorum.
bir mevzudan dolayı tartışmışız. onu da bilmiyorum.
ama peş peşe gidiyoruz. ben yanına gelip durdukça sen hızlanıyorsun. yüzüme bile bakmıyorsun. belli ki çok kızmışsın bana. ben seni niye kızdırdığımı bulmaya çalışırken telefonun çalıyor. ama telefonu da açmıyorsun. dedim ya kimseye. bana zaten. telefonu çaldıran benim zira. sonra aniden duruyorsun. yokuşun başında. güneşin önünde.... dünya da duruyor. ben zaten...
... ...
bundan sonrası yok..
boşluk. 
yokluk. 
hiçlik.
ama tarifsiz bir güzellik anı.
anlat desem (lal olur) anlatamam.
yaz desen (ümmi olur) yazamam.
ama kalem olsam sadece seni yazar, meddah olsam seni anlatır, akarsu olsam yalnız sana dökülür, kuş olsam bir sana kanat çırpardım. 
ama anlatamam.
yazamam.
ama şunu diyebilirim sanırım.
iyi olmasa bile aramız, rüyada seni görmek. 
kelebek ömürlü mutluluklar bahşediyor.
bunu diyorum; sık sık yapalım olur mu?
.