sabah çok net gördüğüm çınarcık, öğleye doğru sis ve pusun ardında yok oluyor. tıpkı hayatımızda hep olacak sandığımız insanların günün birinde hayatımızdan eksilmesi gibi. bir vakit olan, bir vakit olmuyor. azalıyor, eksiliyoruz yavaş yavaş. ve galiba çok da farkında olmuyoruz.
.
son bir haftayı içimdeki tuhaf dalgalanmalara anlam aramakla geçirdim. bulamadım. bulamayınca tahammülsüzleştim. tahammülsüzleştikçe agresifleştim keskin bir kılıç gibi. oysa doğanın en basit kanunuydu; keskin sirkenin küpüne zararı. halbuki ben bu dalgalanmalarda juno’ya sormuş olsaydım eminim; dolunaydan girip merkür retrosundan çıkacak sonunda da sivri, hınzır ve cüretkar bir yorum yapıştıracaktı. “ anacım, akrepsin sen akrep kal ve başka bir şey de takma kafana. bu sana zaten ömür boyu yeter..”
henüç üç yaşından beri tanıdığım hafız’a sorsan juno’yu aratmaz, o da bodoslamadan çakardı lafı; yaşlanmışsın olm sen.
fiko ise olaya damardan girer ve iki üç şairden devşirdiği tek bir cümle ile son derece duygusal bakardı olaya; değerli dostum; “hayat kısa kuşlar uçuyor, ben ki yatağından tedirgin suyum, herkesin bir gideni vardır içinden uğurlayamadığı.” haydi uğurlar ola.
son tahlilde derdime çare bulamaz işe gider eve dönerdim.
.
öyle yaptım. durgun akan bir nehirdeki ağaç parçası gibi nasıl gidip geldiğimi bilmeden, otomatik pilotta 6 km işe gidip 8 km eve geldim bir hafta boyunca. akşamları balkonda serin bir rüzgar bekledim. beklerken üstümden uğultuyla geçen uçaklara baktım anlamsızca. yine her akşam bir bölüm borgen power glory izledim. eski brigitte nyborg’u özledim. yenisi çünkü, bizim siyasetçilerimize dönmüştü. ilke ve prensiplerinden çok çıkarlarını ve koltuğunu düşünen, beceremeyince istifa etmenin onurlu bir erdem olduğunu düşünmeyen bir siyasi figür olmuş brigitte hanım izlediğim beş altı bölüm itibariyle. oysa ki dizinin yeni bölümlerine hevesle başlarken ülke siyaseti için mottom bile hazırdı; bize bir brigitte nyborg gerek!
tabi ve son tahlilde; siyasetin tam bir şeytanlık, güç, ihtiras ve ayak oyunu mücadelesinden başka bir şey olmadığı yüzümüze şamar gibi inene kadar böyle düşündüm!
.
sonra yine kendi iç siyasetime döndüm. yapmak istediklerimle yapamadıklarımın arasında kurmaya çalıştığım dengeye. olur olmadık yerlerde hortlayan özlemlerimle baş etme mücadeleme. peki bundan sonra ne olacak kaygısına. kitaplardan ve filmlerden uzaklaşıp kısa ingiliz polisiyeleriyle kendimi avutma çabama. nihayet, tek bir kırıntı kalmayacak şekilde hepsini toparlayıp bir kenara yazarak, şairin istanbul’a baktığı gibi tepeden kendime bakmaya.
.
peki sonuç?
hala bakmaya devam ediyorum..
.