peki hüzünlenmez miydim?
en koyusundan hem de. lakin hüzün göbek adımız, teşrin-evvel’den mütevellit varsayılan doğum ayarımız. neşeden sonra, mekankoliden önceki son çıkışımız. o yüzden dert etme bence. hem ben de etmiyorum. ( halbuki de ve da eklerini daha çok yük ediniyorum kendime. az önceki ‘ben de’ ayrı mı yoksa birleşik mi olacaktı? emin değilim mesela)
oysa biraz şarkılar, biraz haziran ve hala ellerimin üşümesi. hepsi hüznüme dahil. kuşlar hariç!
hem biliyor musun?
ama ner’den bileceksin. daha önce söylemedim ki hiç.
en çok pazar günleri diyorum, üşüyor ellerim. bir de seni çok özleyince. yalan yok şimdi!
ve senli hayallerime yunanca bir şarkının buğusundan bakıp efkarlandığım da yalan değil artık sevgilim. ve kulağımın her çınlamasında sen sanmam.
mevzu dağılmasın!
kimsenin olmadığı sahilde ben ve anılarımız diyordum. ne güzel olur. akşama hatta ölene kadar diyorum. çünkü artık dünyanın bundan sonraki kısmını merak etmiyorum. hem sen de olmayınca diyorum. cemal süreya’ya öykünüp üstü kalsın dememek için bir sebep göremiyorum.
gidebilseydim şayet o kıyılara, senden sonra beni en mutlu kılan şeyin yanında yani denize sıfır konumda bir de mektup yazardım sana. biraz eski günlerden, biraz gelecekten bahseder ama bu sefer de kendimden bahsetmezdim. belki de aynı ve tek kelimeyi on bin farklı şekilde yazardım.
öZlediM...
oysa en masum olanımız mektuplar bu bahiste..
bir şiirinde “yağmurdan sonra yayılan huzurun adıyla konuşuyordu” birhan hanım*
ben ancak kendi adıma, yalnız kendi devrik cümlelerimle konuşabilirim sana. sevgimi ve özlemimi başka türlü sunamam çünkü.
işte sırf bu yüzden; pazarın sekizinde kırmızı sandalyelerimizi alıp seninle birlikte sessiz, sakin bir deniz kenarına inmeyi çok isterdim.
.
* birhan keskin - fakir kene
.